Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çok köşeli, geniş mi geniş bir manzara resmi gibidir Lozan. Bu tür vesikaların sizde bırakacağı izlenim hangi açıdan baktığınıza göre değişir çoğu zaman. Size baktığınız tarafına göre değişen bir şekilde her gün farklı bir manzara sunabilirler. Bir süre önce Lozan’a “Zafer” diyenin, bir müddet sonra aynı anlaşmaya başka bir yönüyle “Hezimet” demesine de bu nedenle şaşmamak gerekir. Adı üzerinde bir anlaşmadır Lozan ve anlaşmalar doğaları gereği taraflardan birini yüzde 100 mutlu etmek için de yapılmazlar.

        Gelgelelim bir de zaman içinde inkârı imkânsızlaşmış bazı can sıkıcı realiteleri vardır Lozan’ın. Anlaşmanın son dönemde Türkiye’nin canını en esaslı şekilde sıkan tarafınınsa Ortadoğu’nun, bilhassa Musul’un geleceğine dair tartışmalarla birlikte hatırlandığı kanaatindeyim. Malumunuz kentin IŞİD’den kurtarılmasına yönelik operasyonun başlamasına çok az bir zamanın kaldığı konuşuluyor.

        Operasyona hangi ülkelerin, ne ölçüde ve nasıl dahil olacakları meselesi de sonradan Irak’ın geleceği konuşulurken masaya kimlerin oturabileceğini göstereceği için büyük önem taşıyor. Suriye’de sahadaki başat aktör Rusya’yken, Irak’ın Musul cephesinde başı ABD yani Batı İttifakı çekiyor. Bununla birlikte İran da Şii milisler ve Irak hükümeti üzerindeki etkisiyle Musul masasına oturma biletini şimdiden garantilemiş gibi görünüyor.

        Türkiye’nin Irak/Musul denklemindeki yeriyse Suriye’dekinin aksine son derece belirsiz bir durum arz ediyor. Musul’da Türkiye’yi masanın dışına itmeye yönelik çabalar bitmek tükenmek bilmiyor. Fark ettiyseniz, Başika’daki askeri üssümüzün meşruiyeti habire tartışma konusu yapılıyor. Ülkede askeri gücü olan onca devlete bugüne dek tek söz etmemiş Irak Başbakanı Abadi, geçtiğimiz hafta BM’de yaptığı konuşmada bile Irak’ın başka hiçbir derdi yokmuş gibi lafı Türkiye’ye getirip Musul civarındaki askerlerin derhal çekilmesi gerektiğini söyledi.

        Abadi, üç gün önce Bağdat’ta Irak Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’yle masaya oturduğunda masadaki dosyalardan biri yine Başika’ydı.

        Lozan manzarasına Musul köşesinden bakınca vaziyet gerçekten de sinir bozucu değil mi? Öyleyse Türkiye’yi yönetenlerin Lozan’da masaya oturmuşları yeri geldiğinde rahmetle yâd ettikleri gibi yeri geldiğinde onlara ince bir sitem göndermelerine de hak vermek gerekiyor.

        Bugün sembolik düzeydeki askeri varlığımızın bile hazmedilemediği Musul, Lozan’a kadar tartışmaya kapalı bir şekilde Türkiye’nin tapulu malıydı. 1918’de Mondros imzalandığında Musul ecdad toprağıydı. Ateşkes gereği pozisyonlarını terk etmemeleri gereken İngilizler, imzalar atıldıktan sonra bölgeyi işgal etmişlerdi. Üstelik bölgenin kahir ekseriyeti Kürt olan halkı da Türkiye’ye bağlı kalmak istiyordu.

        Neylersin ki Lozan’da Türkiye’yi temsil edenler Musul’la ilgili kararı İngilizlerin elindeki Cemiyeti Akvam’a bıraktılar. Telafisi imkânsız bu taviz o vakit de Büyük Millet Meclisi’nde tepkiyle karşılandı. Kazım Karabekir Paşa Lozan’ı bu yönüyle büyük bir hezimet olarak yorumladı. Gazi Mustafa Kemal bile Musul mevzubahis olunca Lozan’ı savunmakta zorlandı. Mustafa Kemal yaptığı konuşmada “Musul ile ilgili kararı seneye ertelememiz taleplerimizden vazgeçtiğimiz anlamına gelmez” diyerek milleti teselli etmeye çalışmakla yetindi.

        Sonrası malumunuz. İngilizlerin bölgedeki fitne çabalarının tesiri altında cereyan eden isyanların ve Kürtleri dışlayan baskıcı bir ulus devlet inşa sürecinin gölgesinde yapılan müzakerelerde Ankara 1926’da Musul’dan tümüyle vazgeçti.

        Lozan’ın bu yönüyle bir hezimet olduğu gerçeği imzalanmasından sadece 3 yıl sonra Musul’un kaybedilmesiyle, bizzat o anlaşmaya imza atmış olanların şahitliğinde tescillendi. Esasen, Türkiye’nin Ortadoğu’yla ilgili meselelerde masadan kovulmasına yönelik ilk çabalar da Musul’la ilgili kararın Lozan’da Cemiyeti Akvam’a bırakıldığı gün amacına ulaşmış oldu.

        Diğer Yazılar