Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin gidişatını nötr bir ruh haliyle izlemenin giderek imkânsızlaştığı günlerden geçiyoruz. Vaziyet gelecekte de istikrarlı ve demokratik bir AB ve bir Türkiye görmek isteyen herkese şu sarih gerçeği dayatıyor: Ya şimdi konuşacağız ya da topyekûn dibe vurana kadar hep birlikte susacağız!

        Gün geçmiyor ki bir AB yetkilisi görülmemiş bir sertlikle Türkiye’ye yüklenmesin... Allah’ı var, Türkiye de eleştirilerin altında kalmıyor, misliyle ağır bir retorikle AB’yi önce kendini sonra da muhatabını bilmeye davet ediyor. Diplomasideki dostane ilişkilerin olmazsa olmazı kabul edilen nezaket dili de böylece kim vurduya gidiyor haliyle. Krize yol açan meseleler herkesçe malum.

        Mart ayında imzaladığı Geri Kabul’ü dibine kadar işletip AB liderlerini ipten almış olan Ankara, şimdi haklı olarak “Artık siz de bize verdiğiniz sözleri tutun” diyor. AB ise vizesiz seyahat konusunda verdiği sözleri tutmayı reddettiği gibi çözüm için sunulan alternatifleri de görmezden geliyor. Üstelik Türkiye vatandaşlarına AB ülkeleri tarafından uygulanan vize prosedürünün de 5-6 ay öncesine oranla biraz daha zorlaştırıldığı gözleniyor. Vizelerin kaldırılması sözünün tutulmasını beklerken üçüncü dünya ülkesi muamelesiyle karşılaşmak da haliyle hepimize ağır geliyor.

        Bununla birlikte Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin ihtiyaçlarının karşılanmasına destek kapsamında aktarılması beklenen 3 milyar Euro’nun da Ankara’ya gelmediği belirtiliyor. Bu arada AB ülkelerinde FETÖ/PDY ve PKK faaliyetlerine de kol kanat geriliyor. Ankara bu duruma belgelerle itiraz edince de AB liderleri üç maymunu oynamaya başlıyor.

        Şu ana kadar sayıp döktüklerim bu ilişkinin daha çok Ankara’yı rahatsız eden boyutunu yansıtıyor. Avrupa bambaşka bir resme bakıyor. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası FETÖ’ye yönelik operasyonlar kapsamında yaşananlar ne yazık ki “üyelik müzakereleri yürüten Türkiye’nin otoriter bir rejime sürüklenişinin kaldırım taşları” olarak algılanıyor. Zaten bu algı, açıklamalar ve raporlara da ziyadesiyle yansıyor.

        AB, çözüm sürecinden HDP’li vekillerin cezaevine gönderilmesi noktasına gelinmesini ise terörle mücadelenin meşru bir yolu ya da hukuki bir süreç olarak kabullenmeyi de reddediyor. Brüksel tüm bu meseleleri geleneksel pragmatist tavrıyla suiistimal etmekten vazgeçmiyor. Bu minvalde Türkiye’nin terörle mücadele tarzına getirdiği yapısal eleştirileri, vizesiz seyahat konusunda vermiş olduğu sözleri tutmamanın bir gerekçesi olarak sunuyor.

        Gelgelelim 15 Temmuz darbe girişimine vaktinde tepki göstermemiş olması da AB’nin bu tartışmadaki inandırıcılığını zedeliyor. Üyeliğe başından beri destek vermiş olanlar bile (Mısır’ı da ekliyorum) AB’nin son iki yılda darbeler söz konusu olduğunda sergilediği ilkesiz tavrı hatırlıyor ve şimdi Ankara’ya demokrasi havarisi edasıyla yöneltilen eleştirilerin samimiyetini de haklı olarak sorguluyor.

        AB’nin son birkaç yıldaki halini düşündükçe kendimi Ahmet Kaya’nın “Başım Belada” şarkısındaki “Nerden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça!” dizelerini mırıldanırken yakalıyorum nedense(!) Neylersin ki ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle AB siyasetinin üzerine çökme ihtimali artan göçmen düşmanı İslamofobik akımları da görmezden gelemeyeceğimizi düşünüyorum. Korkarım ki hiç beğenmesek ve ikiyüzlü bulsak bile mevcut Avrupalı liderleri ehven-i şer olarak görüp desteklememiz gereken bir döneme giriyoruz. Aynı realitenin Ankara’daki AB ile aynı gemide olduğumuzu unutmamış, aklıselim siyaset yapıcılara da kendini dayattığını gözlemliyorum. Yaklaşan büyük tehlike, Avrupa’nın makul siyasetini temsil eden mevcut merkezci iktidarlar ile Ankara arasında kurulması gereken güçlü dayanışmanın her iki taraf için de hayati önem taşıdığına işaret ediyor.

        Diğer Yazılar