Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, referandum sonrasında baş döndürücü bir dış ziyaretler turuna çıktı. Rusya, Hindistan, Katar ve Kuveyt’in ardından Çin ve ABD’de de kritik temaslarda bulunan Cumhurbaşkanı, önümüzdeki hafta da son durak olarak NATO toplantısı için Brüksel’e gidecek. Erdoğan, Brüksel’de de son dönemde Türkiye’ye karşı takındıkları sert tutumla tepki çeken AB liderleriyle görüşecek.

        Cumhurbaşkanı’nın yurtdışındaki ziyaret grafiğine bakıldığında, Türkiye’nin dış politikasının temeline yeni-güçlü sütunlar ekleme arayışında olduğu seziliyor. Düne kadar dış politikası neredeyse tümüyle AB ve ABD sütunları üzerinde duran Türkiye’nin, bu yeni açılımlarla bölgesinde çok daha müessir bir ülke olacağı aşikâr.

        ALTERNATİF Mİ?

        Dış politikanın daha geniş bir perspektifle güçlendirilmesi, en azından düşünce boyutuyla yeni bir şey sayılamaz. Lakin bu ihtiyacın son dönemde fazlasıyla hissedildiği de inkâr edilemez.

        Bu yenilik ihtiyacının şiddetlenmesinde AB ve ABD ile yaşadığımız derin görüş farklılıklarının etkili olduğu konuşuluyor. Bu yoruma itiraz edecek değilim. Lakin Çin, Hindistan, Güney Afrika veya Meksika gibi önemleri hızla yükselen devletlerle geliştirilen yeni ilişkilerin, Batı’yla kurulmuş köklü stratejik ilişkilerin alternatifleri olarak görüldüğünü de düşünmüyorum. Aksine Ankara’nın zihninin bu konuda gayet berrak olduğu kanaatindeyim. Türkiye dış politikasına ilave etmeye başladığı bu yeni sütunları, mevcut köklü stratejik sütunları destekleyip daha da sağlamlaştıracak hamleler olarak görüyor. Müstesna jeopolitik konumu ve konjonktür de bu vizyonla ilerleyen Türkiye’yi bu yolda cesurca yürümeye teşvik ediyor.

        PANZEHİR OLABİLİR

        Asya’nın devleri ve bugün dünyanın en büyük sorunlarının kaynağına dönüşen Ortadoğu coğrafyasıyla kurmaya başladığı yeni ilişkiler, Türkiye’nin Batı ittifakındaki konumunu çok daha değerli kılıyor. Buna karşılık AB adaylığı ve NATO’daki kazanılmış konumu da Türkiye’nin Ortadoğu ve Asya devletlerinin gözündeki cazibesini artırıyor.

        Neylersin ki Batı ittifakı, Türkiye’nin bu müstesna konumunun dünyanın geniş bir bölümünün istikrarı ve güvenliği için arz ettiği önemi anlamakta zorlanıyor. Ne yazık ki Türkiye de zaman zaman demokrasiden ödün verdiği şeklinde yorumlanan bazı talihsiz mesajlarla ve hareketlerle bu yanlış anlaşılmaya katkı sunuyor, ilişkilerin eski pozitif seyrine dönmesini zorlaştırıyor.

        Oysa demokrasisi, ekonomisi, laik, kapsayıcı devlet yapısı gelişmiş; Batılı Müslüman ülke kimliği de tescillenmiş bir Türkiye; Ortadoğu, Avrupa ve ABD’deki radikal gidişatın panzehiri olabilir. Dış politikamızı yeni sütunlarla çeşitlendirirken Türkiye’nin bu eşsiz potansiyelini dünyaya daha etkin bir şekilde anlatmayı da ihmal etmememiz gerekiyor. Zira Türkiye’nin esas gücü de farkı da yukarıda sıraladığım özelliklerinde yatıyor.

        Diğer Yazılar