Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD Büyükelçiliği’nin vize ambargosuyla Ankara-Washington ilişkilerinde artık yeni bir aşamaya geçildiğine kuşku yok. Krizin bugünden yarına çözülemeyeceği bahsinde de hemen herkesin hemfikir olduğu anlaşılıyor. Bu konuda herkesin hemfikir olmasının arka planındaysa kimsenin bu krizden nasıl çıkılacağına dair “onurlu bir çıkış yolu” görememesi yatıyor.

        Aslında önceki gün Sayın Cumhurbaşkanı, ABD’ye bir çözüm formülü sunmuştu. Krizin veda ziyaretlerini tamamlamak üzere olan ve zaten Afganistan’a gitmeye hazırlanan Büyükelçi John Bass’e yüklenmesi zayıf bile olsa hiç yoktan iyi diyebileceğimiz bir umut ışığıydı. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray’ın Bass’in kararının arkasında olduğunun açıklanması, bu ihtimali ortadan kaldırdı.

        TRUMP ŞAŞIRTABİLİR

        ABD Başkanı Donald Trump’ın şu ana kadar krize dair bir yorumda bulunmaması da bulunmayacağı anlamına geliyor. Pentagon’un dün askeri ilişkilerin “vize krizinden henüz etkilenmediğine” ilişkin açıklaması, Trump’ı vaziyeti daha da nahoş hale getirecek mesajlardan sakınmaya yönelik çabanın yansıması olarak okunabilir. Zira Pentagon halihazırda Kuzey Kore’den İran’a kadar çok geniş bir düzlemde Trump’ı dengelemeye, mümkünse frenlemeye yönelik bir strateji izliyor. Daha önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede İzmir’de FETÖ davasından tutuklu bulunan Rahip Andrew Craig Brunson’ın serbest bırakılmasını rica eden Trump’ın bu kriz üzerinden bir kez daha ve belki biraz da yakışıksız bir üslupla o talebini dile getirme ihtimaline de hazırlıklı olmak gerekiyor.

        Doğrusu yaşananları Türkiye- ABD hattındaki bir vize krizinden ibaret saymak bana biraz naiflik gibi geliyor. Olaylardan hareketle olguya varmak, gördüklerimizi bildiğimiz hakikatler ışığında algılamak daha aydınlatıcı bir okuma olacakmış gibi görünüyor. ABD’den önce Berlin-Ankara ilişkilerinde günden güne gerilen söz düellosu vardı. Almanya’dan önce de Avusturya, Hollanda, Yunanistan ve Avrupa Parlamentosu’nun müzakereleri askıya alma tehdidiyle ayyuka çıkan doğrudan bir AB-Türkiye krizine şahitlik ettik. Krizlerin ortak ve farklı yönleri olmakla birlikte ortaya çıkan manzara tek bir gerçeğe işaret ediyor. Türkiye-Batı hattında büyük bir kırılma yaşanıyor. Biri biterken ya da susarken diğerinin başlaması, Batı’nın Türkiye’ye karşı gayet koordineli bir strateji izlediği şüphesini doğuruyor. Ekonomik, askeri ve diplomatik veçheleri bulunan bu stratejinin kalbindeyse eskiden olduğu gibi konuşmayan, sorgu sual etmeksizin Batı’ya hizmette kusur tanımayan eski Türkiye’yi diriltme arayışı yatıyor.

        MOSKOVA TAKTİĞİ

        Eskiyi bugüne zorla geri getirme arzusu saçma sapan bir arayış olarak görülse de Batı’nın bu stratejiyi denemekte hayli iştahlı hareket ettiği görülüyor. Vize kararından önce Cumhurbaşkanlığı korumalarına silah satışının yasaklanmış olması, bu stratejinin önemli işaretlerinden biri olarak okunmalı.

        Amerikan düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin kıdemli Türkiye uzmanı Steven Cook haybeye “Rusya’nın jet krizinden sonra Türkiye’ye uyguladığı diplomatik, ekonomik ve siyasi baskının sonucu Batı için yol gösterici dersler içeriyor” demiyor. Batı’nın Rusya’dan esinlenerek Türkiye’ye karşı uygulamaya başladığı bu direnç testinin bir müddet daha devam edeceği anlaşılıyor.

        Diğer Yazılar