Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SANKİ sandığa gittiğimizde Cumhurbaşkanı’nı değil de Cumhurbaşkanı olmaması gereken kişiyi seçeceğiz. CHP ve MHP’den gelen açıklamalara baksanıza... Soru buymuş gibi bize ısrarla “kimin Cumhurbaşkanı olmaması” gerektiğini anlatmaya devam ediyorlar.

        Tamam anladık, “Başbakan Tayyip Erdoğan aday olmamalı” diyorsunuz. Nitekim kimsenin size “Haksızsınız” dediği falan da yok. Adınız üzerinizde, muhalefetsiniz. Tabii ki iktidara muhalefet edeceksiniz.

        Gelgelelim muhalefet etmek, kimin Cumhurbaşkanı olmaması gerektiğini söylemekle bitmiyor ki... Manzara ortada. Cumhur, başkanını arıyor. Bırakın kimin olmaması gerektiğini de sizin adaylarınız kim onu söyleyin. Adaylarınızı nasıl belirleyeceksiniz onu anlatın biraz.

        Bakın “Cumhurbaşkanı olamaz” dediğiniz Erdoğan, tezinizi çürütmek için canla başla çalışıyor. Tek başına yüzde 45 oy almasına rağmen partisini toplayıp anketler yapıyor. Vekillere tek tek “Sizce kim Cumhurbaşkanı olmalı?” sorusunu yöneltiyor. Cevapları, gerekçeleriyle birlikte dinleyip tek tek not ediyor. Dünyaya “diktatör” diye şikâyet ettiğiniz Erdoğan, her ne hikmetse demokrasiyi dibine kadar işleten lider izlenimi veriyor.

        Seçilmesi halinde nasıl bir Cumhurbaşkanı olacağına dair de şimdiden mesajlar veriyor. “Tüm yetkilerimi kullanırım; koşan, terleyen Cumhurbaşkanı olurum” diyor. Belli ki seçilirse Türkiye fiilen yarı başkanlık sistemine geçmiş olacak. Anlayacağınız, seçim bu haliyle biraz da referanduma dönüşmüş durumda. Aday olursa, Erdoğan’a verilen her oy, yarı başkanlık sistemine de verilmiş bir “Evet” oyu anlamına gelecek.

        Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de aday olup olmayacağına dair düşüncelerini kamuoyuyla paylaşıyor. Neredeyse sesli düşünüyor. “Bugünkü şartlar altında geleceğe ilişkin siyasi planım bulunmuyor” cümlesinden anladığımız kadarıyla henüz nihai kararını da vermemiş. Tüm bunların milletin önünde cereyan ediyor olması, en azından aday belirleme sürecinde pozitif ve şeffaf bir siyaset izlendiğinin göstergesi.

        Tabii buna rağmen aday belirleme sürecinin çok büyük bir noksanı bulunuyor. Noksanın sebebi de muhalefetin pozitif ve şeffaf siyaset anlayışından ısrarla uzak duruyor oluşu. 30 Mart seçimlerindeki başarısızlığın esas sebeplerinden biri de bu bana göre. Bakalım muhalefet kendisine de zarar veren bu köklü siyaset anlayışından ne zaman sıyrılabilecek.

        Rahatla biraz

        “TÜRKİYE diktatörlüğe sürükleniyor” demek müthiş moda oldu. Bas “diktatör” yaftasını, gerisine karışma... Kapat gözlerini, yaslan arkana ve senin için kopan o müthiş alkış fırtınasına odaklan... Türkiye düşmanı mahfillerin karalama makineleri gibi çalışan gazeteler, televizyonlar kapında sıralansınlar.

        Merak etme, hiçbiri sana, “Ya iyi hoş diyorsun ama...” ile başlayan cümleler kurmayacak.

        Hiçbiri, “Türkiye tarihindeki en köklü demokratik reformların tam da ‘Erdoğan otoriterleşiyor’ dediğin dönemde yaşanıyor olması tuhaf değil mi?” diye sormayacak.

        Hiçbiri sana, 30 yıldır akan kardeş kanının bu dönemde sona erdiğini, başörtüsü yasağının tarih olduğunu hatırlatmayacak.

        Darbeler döneminin tam da bu dönemde kapanıyor olmasının anlamını da sormayacak.

        Tamam haklısın, Erdoğan’ın katledilen Ermenilerin torunlarına 99 yıl sonra “Başınız sağolsun” diyen ilk Başbakan olması da olacak iş değil. Bu son derece insani mesajından sonra Erdoğan’ı dünyaya otoriter bir lider olarak göstermen biraz daha zor olacak.

        Ama yok yok... Sen hiç canını sıkma... Sana bunu soracak olanlar da senin meşrebinden nasıl olsa... Ne söylersen anında yutacaklar. Onun için rahat ol. Kendini, gözünü senin gibi Erdoğan nefreti bürümüşlerin kucaklarına bırak... Dedim ya.. Uzat ayaklarını, yaslan arkana... Ha şöyle rahatla biraz...

        Neredeyse söylemeyi unutuyordum. Bundan sonra iç politika ve gündeme ilişkin yazılarımla cuma ve pazartesi günleri de burada olacağım, beklerim...

        Diğer Yazılar