Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR milletvekili nezarethaneye kadar girip gözaltındaki polislerle hatıra fotoğrafı çektiriyor. Birlikte fotoğraf çektirdiği polislerse “casusluk” veya “usulsüz dinlemeler” yapmakla suçlanıyor.

        Şu an önümde duran bu kareye bakınca, “Nasıl bir yapıyla karşı karşıyayız?” sorusunun cevabını tekrar tekrar düşünme gereği duyuyorum. Başbakan Erdoğan bu karenin “paralel yapı” hakkında çok şey anlattığını söylüyor.

        Öte yandan bazı yargı mensupları, gazeteciler, işadamları, eski bakanlar ve nice farklı meslek gruplarından binlerce kişi de bu kareye canı gönülden destek mesajları atıyor. Verilen mesajların ahengine bakılırsa, mesaj atanların önemli bölümü aynı kaynaktan beslenip yönlendiriliyor.

        Bu karenin anlamını ve hangi olayların devamı olduğunu iyi idrak etmek gerekiyor. Zira sizin de bildiğiniz üzere bugünlere öyle durup dururken gelmedik. İzlediğimiz filmin ilk sahnesi 7 Şubat 2012’deki MİT krizi sırasında çekildi. O gün için yaşananlara anlam vermekte bir hayli zorlandık. Oysa o gün Türkiye, istikbalini karartacak nice gelişmeye gebeydi.

        Başbakan Erdoğan hasta yatağındayken birileri düğmeye basmıştı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan Kürt sorununu çözmeye çalıştığı için tutuklanacaktı. Operasyon başarılı olsa, sırada Başbakan vardı. Neticede hükümet devrilecek, Kürt sorununun çözümü engellenecek ve sırf birileri öyle istediği için bu ülkede bugün de kardeş kardeşi katletmeye devam edecekti.

        Vekilli polisli karenin evveliyatını hatırlatan gelişmeler MİT kriziyle de sınırlı değil şüphesiz. Hatırlarsanız, Türkiye’nin milli güvenliğini sağlamakla yükümlü MİT’in TIR’ları geçtiğimiz yıl jandarma eliyle durduruldu. MİT mensupları, bu ülkenin askerleri tarafından yol ortasında tekme tokat dövülüp gözaltına alındı. Bu kareler hepimizi şoke ederken İçişleri Bakanı Efkan Âlâ, TIR’ların Türkmenlere “yardım malzemesi” götürdüğünü açıkladı. Ancak, bu “zorunlu” açıklama da bugün ortaya çıkan fotoğraf karesine sahip çıkanları girdikleri yoldan döndürmeye yetmedi. Türkiye’yi bu operasyon üzerinden birçok büyük devletin hedefindeki El Kaide’ye destek vermekle suçlamaya devam ettiler.

        Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için fırsat kollayan devletlerin eline bu baskınla çok kritik bir koz verildi. Nitekim İsrailli bir general de baskına yakın tarihlerde kameraların karşısına çıkıp Türkiye’yi El Kaide’ye destek vermekle suçladı, tüm dünyaya şikâyet etti.

        Bu karenin bugün akıllara getirdiği en vahim olaylarıysa 30 Mart seçimleri öncesinde yaşadık. Sadece seçimle el değiştirebilecek milli egemenliğin temsilcisi konumundaki hükümet, bu telefon dinlemeleriyle linç edilmek istendi. Başbakan, bakanlar, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkan Yardımcısı’nın Türkiye’nin milli güvenliğine, ticaretine ilişkin görüşmeleri tüm dünyaya servis edildi. Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye’nin askerine ve toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdidin değerlendirildiği toplantının ses kayıtları bile internete sızdırıldı. Eşi benzeri görülmemiş bu operasyonla vatana ihanetin sınırları zorlandı. Yaşananlar daha sonra da tanksız topsuz bir darbe girişimi olarak tarihe geçti.

        Netice-i kelam; kimse bir vekille polislerin buluştuğu fotoğraf karesi üzerinden masumiyet türetmeye kalkmasın. İstihbarat, tanımı gereği amaca yöneliktir. Bahse konu usulsüz istihbarat faaliyetlerini yürütmekle suçlananların amacını ve elde ettikleri bilgileri nerelere servis ettiklerini bulup toplumu aydınlatmaksa yargının ve kolluk kuvvetlerinin boynunun borcudur.

        Soruşturmanın hukuka uygun olmasını talep etmek de elbette herkesin hakkıdır. Ancak hiç kimse şüpheli konumundaki kişileri peşinen suçlu veya suçsuz ilan etmemeli. Şüphelilerin ve sanıkların suçsuz veya suçlu olduğuna hükmedecek tek merci yargıdır.

        Diğer Yazılar