Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        IŞİD ile PYD arasında Kobani’de yaşanan savaşın, toprak mücadelesinden ibaret olduğunu sananlar yanılıyor. Kobani’de esasında bir bölgesel düzenler savaşı yaşanıyor.

        Suriye ve Irak’taki düzenler bir ağır çekimle, kontrollü şekilde yıkılıyor. Şimdi, devlet otoritesinin kalmadığı alanlara yeni düzenler inşa ediliyor.

        Rojava’daki PYD yönetimi ile IŞİD, diğer bölgelerde de uygulanabilecek iki farklı düzen alternatifi sunuyor. Dikkat ederseniz, IŞİD de PYD de, hâkimiyet kurdukları topraklarda devlet gibi hareket ediyorlar.

        IŞİD, Ortaçağ’dan bile geriye giden bir zihniyetle yönetiyor bölgesini. Sözde “hilafet” adı altında hayata geçirmeye başladığı düzen, kendisiyle aynı inançtan olmayana yaşam hakkı tanımıyor. İslam’ı kendisi gibi yaşamayanı katlediyor. Tekfir ettiği halkın namusunu kendisine helal sayıp kadınları köle pazarında satabiliyor. Ele geçirdiği topraklarda yaşayan halkların Arap Baharı’yla açığa çıkan özgürlük talebiniyse reddediyor. Vehhabi zihniyetinin kendisine yap dediğini yapıyor.

        IŞİD’in Irak ve Suriye hattında kurduğu düzenin dış politikasıysa, gücünün yettiği komşusuna ansızın şiddetli şekilde saldırma, gücünün yetmediğindense uzak durma stratejisi üzerine kurulu. Bu stratejisiyle, güçlü olan komşusuna da “Benden korkmana gerek yok” diyerek güven mesajı veriyor.

        PYD de IŞİD gibi bölgeye yeni bir düzen vaadinde bulunuyor. PYD’nin düzen modeli de şimdilik idealden oldukça uzak görünüyor. Esad rejimiyle mücadeleyi savunanları dışlıyor. Muhalif Kürt partilere, siyasi hareketlere kuruluş sürecinde söz hakkı tanımadı. Gösteri yapanları katletti. Bazı muhalif liderlerin süreç içerisinde siyasi suikastlara kurban gitmesi de bu stratejinin ürünüydü. Bunlar PYD’nin sicili bakımından akılda tutulması gereken eksileri.

        Gelgelelim, PYD’nin ortaya koyduğu düzenin, IŞİD’inkinden daha demokratik olduğu da aşikâr. Rojava, farklı etnik, mezhebi ve dini grupların birlikte barış içinde yaşayabildiği bir düzenle yönetiliyor.

        Üç özerk kantonda uygulanan kotalar, kadınları siyasete katılmaya teşvik ediyor. Kadınların kamusal yaşama katılmasına büyük destek veriliyor. Bölge ülkelerinin neredeyse tamamından öte bir cinsiyet eşitliği modeli uygulanıyor. Kanton yönetimlerinde Ermeni, Süryani gibi azınlıklara eşbaşkanlık ve bakanlık düzeylerinde temsil hakkı tanınıyor. PYD, komşu devletler ve örgütlerce düşmanlık olarak algılanacak adımlardan da olabildiğince uzak duruyor.

        Ankara’nın Kobani’de bu iki güç arasındaki çatışmaya yaklaşım biçimi de hangisini tercih ettiğine dair bir işaret olarak sunulmak isteniyor. Oysa yapılan açıklamalara bakıldığında, Ankara’nın her iki düzene de karşı olduğu anlaşılıyor. Türkiye, ortaya üçüncü bir tercih koyuyor. Eskisi gibi Şam merkezli ama Esad’sız üniter bir Suriye hesabıyla hareket ediyor. Suriye’deki muhalefetin desteklenmesi halinde bu planın mümkün olduğuna inanıyor. Ankara, Rojava’daki özerk yönetimlerin olduğu bir Suriye kurulacaksa dahi, buna iç savaş tamamlandıktan sonra halkın tamamının katılımıyla karar verilmesini savunuyor.

        Sorun şu ki bölgenin diğer aktörleri, özellikle de Körfez devletleri, Türkiye’yle aynı kanaati paylaşmıyorlar. Bu devletler, IŞİD’in ele geçirdiği topraklarda “kontrol altında tutulacak”, gerektiğinde tehdit olarak sunulup iç dengelerini sağlamalarına da yardımcı olacak Sünni bir diktatörlüğün kurulmasına sıcak bakıyorlar. PYD karşısındaki tavırlarıysa şimdilik belirsiz.

        Amerikan yönetimi de Türkiye’nin değil, Körfez ülkelerinin önüne koyduğu, kaosun da devamı anlamına gelen bu yeni Suriye düzenini çıkarlarına uygun buluyor. Bunu makul bir çıkış yolu olarak değerlendiriyor. ABD, Türkiye’yi bu plana razı etmek için “iç politikamızda kullanışlı bulduğu” her sorunu da kullanıyor. Kriz büyük ve gittikçe derinleşiyor.

        Diğer Yazılar