Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsanoğlu kibirini gösterdiğinde, Tanrı Babil Kulesi’ni yerle bir etti ve herkes farklı diller konuşmaya başladı

        Bütün sabahı ülkenin müzeleri ve kiliselerindense insanlarıyla ilgilendiğimi anlatarak geçirdim. - bu yüzden çarşı - pazar gezmek benim için çok daha güzel olacaktı. Buna rağmen ısrar ettiler; tatil günü olduğu için çarşı kapalıydı.

        “Nereye gidiyoruz?”

        “Bir kiliseye”

        Biliyordum.

        “Bugün bizim için çok özel olan bir azizin günü, kesinlikle sizin için de öyle. Bu azizin mezarını ziyaret edeceğiz. Ama hiç soru sormayın ve yazarlar için iyi sürprizlerimiz olabileceğini kabul edin.”

        “Yolumuz ne kadar?”

        Yirmi dakika standart bir cevaptı. Elbette bundan çok daha uzun süreceğini biliyordum. Ama şimdiye kadar tüm isteklerime saygı gösterdikleri için bu zamanı onlara vermek daha iyi olacaktı.

        Bu pazar sabahında Erivan’dayım, Ermenistan’da. Onlara boyun eğip arabaya biniyorum. Uzaklarda karla kaplı Ağrı Dağı’nı görüyorum, çevremdeki doğal manzarayı düşünüyorum. Keşke bu metal kutunun içine hapsedilmek yerine oralarda geziniyor olsaydım. Ev sahiplerim kibar olmaya çalışıyor ama benim dikkatim çoktan dağıldı ve bu “özel turistik program”a tahammül etmeyi kabul ettim. Onlar da çabalamaktan vazgeçiyor ve sessizlik içinde yolumuza devam ediyoruz.

        Elli dakika sonra (biliyordum!) küçük bir kasabaya geliyoruz ve kalabalık bir kiliseye yöneliyoruz. Herkesin takım elbiseler ve kravatlar giydiğini görüyorum, çok resmi bir durum olmalı, ve kendimi çok komik hissediyorum çünkü üzerimde sadece bir tişört ve kot var. Arabadan iniyorum, Yazarlar Birli- ği’nden insanlar beni bekliyor, elime çiçekler veriliyor törene katılmak için gelmiş kalabalığın arasından geçiyoruz, sunağın arkasındaki bir merdivenden aşa- ğıya iniyoruz ve kendimi bir mezarın önünde buluyorum. Azizin buraya gömülmüş olduğunu anlıyorum, ama çiçekleri bırakmadan önce tam olarak kime hürmetlerimi sunduğumu bilmek istiyorum.

        Cevap geliyor. “Çevirmen Aziz.”

        Çevirmen Aziz! Bir anda gözlerim yaşlarla doluyor.

        Bugün 9 Ekim 2004, bulunduğumuz kasaba Ermenistan’daki Oshakan. Bildiğim kadarıyla burası dünyada Çevirmen Aziz, Aziz Mesrob gününü en ihtişamlı şekilde kutlamak için ulusal bayram ilan eden tek yer. Ermeni alfabesini yaratmasının yanında (bu dil zaten vardı ama sadece konuşma formundaydı) bütün hayatını tüm zamanların en önemli metinlerini Yunanca, Farsça ya da Kiril dillerinden kendi diline çevirmeye adamıştı. O ve öğrencileri İncil’i ve dönemin en büyük edebiyat klasiklerini çevirmek için devasa bir projeye kendilerini adamıştı. O andan itibaren bu ülkenin kültürü kendi kimliğini kazandı ve bugüne kadar getirdi.

        Çevirmen Aziz. Çiçekleri elimde tutarken hiç tanımadığım ve muhtemelen asla tanışma fırsatı bulamayacağım ama tam şu anda ellerinde benim kitaplarımı tutan ve benim okuyucularımla paylaşmaya çalıştıklarımı mümkün olan en sadık biçimde teslim etmek için ellerinden gelenin en iyisini yapan bütün o insanları düşünüyorum. Ama hepsinden çok profesyonel bir çevirmen olan kayın babam Christiano Monteiro Oiticica’yı düşünüyorum. Şu anda bu sahneyi melekler ve Aziz Mesrob eşliğinde yukarıdan izliyor. Onu eski daktilosunun üzerine eğilmiş çalışırken ve sıklıkla çalışmalarına ne kadar az para ödendiğinden yakınarak geçirirken hatırlıyorum (bu durum ne yazık ki bugün de değişmedi). Ve sonra bu işte çalışmaya devam etmesinin gerçek nedenini açıklardı: Bu sebep bilgiyi paylaşmanın verdiği coşku ve heyecandı, çevirmenler olmasa tüm bu yazılanlar kendi insanlarına asla ulaşmazdı.

        Onun için içimden bir dua okudum ve bana kitaplarımda yardım eden herkes için ve çevirileri olmasa asla ulaşamayacağım başka eserleri okumamı sağlayarak hayatımı ve karakterimi oluşturmama yardım eden isimsiz pek çok kişi için. Kiliseden çıktığımda alfabeyi rakam şeklindeki kurabiyelerle ve çiçeklerle oluşturan çocukları görüyorum.

        İnsanoğlu kibirini gösterdiğinde, Tanrı Babil Kulesi’ni yerle bir etti ve herkes farklı diller konuşmaya başladı. Ama o sonsuz rahmetiyle diyalogların ve insanların düşüncelerinin yayılabilmesi için gereken köprüyü inşa edebilecek bir tür insan da yarattı. Yani yabancı bir kitabın kapağını açtığımızda pek ender olarak zahmet edip de ismine baktığımız bu adam ya da kadını: Çevirmeni.

        (Çeviren: Mine Akverdi Denktaş)

        Diğer Yazılar