Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin bugüne kadarki sağlık sistemindeki gücü iyi yetişmiş, yüksek tıbbi donanıma haiz, deneyimli hekim kadrolarından gelir.

        Pandemide dünyaya örnek başarıyı yakalayan bu hekim kadrolardır.

        Son birkaç yıldan bu yana Türkiye’nin sağlık sistemini ayakta tutan kaliteli hekim kadrolarının altyapısı adım adım dağılıyor.

        İyi yetişmiş genç doktorlarımız Avrupa, Amerika ülkelerine gidiyor.

        Gidenlerin yerini Ortadoğu, Afrika ülkelerinden gelenler dolduruyor.

        Kalan genç hekimler de tıbbın emek isteyen, özel yetenek isteyen ana klinik dallarını tercih etmiyor.

        Giden doktorlar, gelen doktorlar ve kalan doktorları mercek altına koyunca ortaya çok karamsar bir tablo çıkıyor.

        GİDENLER ARTIYOR

        Her yıl 1500 civarında doktor yurt dışına gitmek için başvuruyor, bu sayı giderek de artıyor.

        Bir başka deyimle her yıl, Türkiye’nin en büyük dört tıp fakültesi olan İstanbul Tıp, Hacettepe Tıp, Ankara Tıp ve Cerrahpaşa tıbbın verdiği mezun sayısı kadar hekimi başka ülkelere gönderiyoruz.

        Tıp eğitimi dünyanın en zor ve maliyeti yüksek eğitimlerinden birisidir.

        Bu eğitimi ancak en yetenekli ve özel insanlar tamamlayabilir.

        Giden insanlar bu yetenekli, iyi eğitimli genç doktorlar.

        Bu genç doktorlara neden gidiyorsunuz diye sorunca hemen tamamı bu kararı almalarındaki birinci neden olarak ağır çalışma koşullarını gösteriyor.

        Devlet sağlıkta dönüşüm olarak başlattığı sistemde sağlıkta hizmetin sunumundaki hiyerarşiyi ve kademeli hasta bakım hizmetlerini hayata geçiremedi.

        Dünyada sağlık hizmet üç kademede verilir.

        Hastanın durumu acilse acil polikliniğine başvurur. Acil değilse önce aile hekimine başvurur, sorunu orada çözümlemeyenler ikinci basamak hastaneye gönderilir.

        Bu merkezlerde de sorunu çözülemeyen hastalar daha donanımlı üçüncü basamak eğitim hastaneleri ya da üniversite hastanelerine gönderilir ve orada tedavi edilir.

        Türkiye 20 yıldan bu yana bu sistemi kuramadı, kurmak istemedi.

        Mevcut sistemde, hastalığı olan bir insan isterse aile hekimine isterse ikinci basamak hastaneye isterse üniversite hastanesine başvuruyor, hatta canı isterse de aynı gün ayrı ayrı her birine gidip birer torba ilaç alabiliyor.

        İşten güçten zamanı olmadı, akşam yemeğinden sonra acile gidip bir torba ilaçla evine dönüyor.

        İnsanlarımız sağlık hizmetlerinden çok mutlu ama aslında bu sistemin kendi aleyhine işlediğinin farkında değil. Uygulama, sağlık sistemi üzerine müthiş bir yük bindiriyor Bu yük doktorun hastaya bakma süresini 5-10 dakikaya kadar indiriyor.

        Dünyanın hiçbir ülkesinde 5-10 dakika içinde hastanın sorunlarını dinleyip, muayenesini yapıp, tetkiklerini inceleyip, tanısını koyup ilaçlarını yazıp, kullanmasını anlatıp göndereceğiniz bir sağlık sistemi yok.

        Sağlıkta böyle bir uygulama olmaz. Oluyorsa -ki bugün bizdeki sistem böyle- 40 yıllık hekim olarak söylüyorum başarı şansı sıfır.

        Bu sistem en başta hastaya zarar veriyor, başarı şansı zayıf bir hizmet sunuluyor.

        Bu sistem devlete ağır yük bindiriyor, her hasta için doğru dürüst tanı koyamadan mecburen torba torba ilaç yazılıyor, ilaç israfı çok fazla, herkesin evi küçük bir eczane oldu.

        Bu sistem hekime ağır yük bindiriyor.

        Her gün hiç ara vermeden her beş on dakikada bir hasta bakmak, günde 50, 80 hatta 100 hastayı görmek, sorununu dinlemek, teşhisini koyup ilacını yazmak -yaşayanlar bilir- tahammül edilecek bir yaşam değil.

        Bu tempoya ek olarak ayda 6-8 acil nöbeti koyup, bu gencecik doktorları üstelikte 36 saat nöbetlerine zorlayınca ortaya insanlık dışı çalışma koşulları çıkıyor.

        Bu çalışma temposuna doktorluk diplomasını almak için iki yıl mecburi hizmet, uzman olmak için iki yıl daha mecburi hizmet, üst ihtisastan sonra iki yıl daha mecburi hizmet zorunluluğunu da ekleyin. Hekimlerin sorunlarını anlarsınız.

        Bu tempoyla çalışan hiçbir iş kolu yok. Ne vali-kaymakam ne mühendis ne avukat ne de Sağlık Bakanlığı dahil bir memur, bir bürokrat...

        Bu ülke dünyada en çok doktor intiharlarının olduğu ülke.

        Dünyada hekimler üzerine bu kadar ağır baskı kuran başka bir sağlık bürokrasisi yok.

        Giden doktorlar bu ağır baskı nedeniyle bu çalışma koşullarının kendileri açısından yaşam boyu sürdürülebilir olmadığına inandıkları için gidiyor.

        Genç doktorların başka ülkeleri tercihinde ekonomik nedenler ikinci planda.

        Biz Avrupa’da en düşük ücretle hekim çalıştıran ülkeyiz.

        Avrupa’da bir temizlikçi maaşı 2 bin, şoför maaşı 3 bin Euro iken bizde bir asistan doktor temizlikçi maaşının üçte birini, şoför maaşının dörtte birini alabiliyor. Üstelik benzin fiyatı, elektrik fiyatı, kiralar Avrupa ile eşitlenmiş durumda.

        Bir uzman doktor, 6 yıl tıp, 4 yıl uzmanlık toplam 10 yıl üniversite eğitimi görüp dört yıl da mecburi hizmet yaptıktan 14 sene sonra yukarıdaki çalışma koşullarıyla Avrupa’daki işsizlere verilen yardım maaşının da altında bir maaşla çalışmayı kabul edilebilir olarak görmüyor.

        Haklıdırlar da.

        KALANLAR FARKLI UZMANLIK ALANLARINA KAYIYOR

        Gitmeyip kalanlar artık tercihlerini tıbbın ana klinik alanları için kullanmıyor.

        Bizim dönemimizde çok değil üç beş yıl öncesine kadar, tıpta uzmanlık tercihinde en yüksek puan alanlar genel cerrahi, iç hastalıkları, pediatri, kardiyoloji, beyin cerrahisi gibi alanları seçerdi.

        Son 3 yılın Tıpta Uzmanlık Sınavı en yüksek puanlıların tercih (70 puan üstü) sıralamasında birinci sırada cildiye 74.47, ikinci sırada plastik cerrahi 72.48, üçüncü sırada genetik 71.67 (bir başka yılda da radyoloji üçüncü sırada) var.

        Bunları göz 69.92, nükleer tıp 69.70 takip ediyor.

        Bunun anlamı artık en yetenekli hekimlerimiz uzmanlık alanlarını saç ekimi, güzellik, plastik ve estetik cerrahisi ile röntgen, göz, nükleer tıp gibi bölümlerden seçiyor.

        Tercih nedenleri de bu bölümlerin çalışma koşulları ağır değil, acilleri yok, nöbetleri hafif ve ekonomik yönden avantajlı.

        Son sıralarda en düşük puanlı üç bölüm (50 puan altı) çocuk cerrahisi 46.63, göğüs cerrahisi, 47.42, genel cerrahi 47.66 var.

        Bunları acil tıp 47.8, pediatri, 48.17, kalp damar cerrahisi 48.21, beyin sinir cerrahisi 48.98, kadın doğum 49.06 takip ediyor.

        Arkasından dahiliye 50.04 geliyor. Hatırlatırım bu bölümler ancak 50 puan ve altı puanla asistan bulabiliyorlar.

        Tıp tarihinde hiçbir zaman en düşük puanlıların (muhtemelen kendi isteği ile değil mecburiyetten) genel cerrahi, çocuk cerrahisi ve göğüs cerrahisi, kalp damar cerrahisine, pediatriye, dahiliyeye girmek zorunda kaldıkları bir dönem olmamıştı.

        Beş yıl sonra Türkiye'de tıbbın en yeteneklileri saç ekim, güzellik ya da estetik uzmanı olacak.

        Sonuçta tıptaki en yetenekli hekimlerimizin ya Avrupa ülkelerine gittiği ya da Avrupa, Ortadoğu ülkelerinden saç ekimi, estetik ameliyat, güzellik operasyonu için sağlık turizmi adına gelecek yabancı hastalara tahsis ettiğimiz yeni bir sağlık düzenine gidiyoruz.

        Sizin, bizim, yaşlılarımızın ya da çocuklarımızın sağlığı için beş yıl sonra gelecek tehlikenin farkında mısınız?

        Diğer Yazılar