Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRK insanının Şoför Nebahat ile ilk tanışması 1960 yılına rastlıyor. Henüz büyük kalabalıkların otomobille buluşmadığı ve kadınların belli işler dışında çalışmasının çok da hoş görülmediği yıllar yani. Zaten 196o'ta çekilen ilk Şoför Nebahat filminde Nebahat'in direksiyon başına geçebilmesi için ailenin babasının hayatını kaybetmesi ve borçları ödemek için denenen birkaç yöntemin de başarısız olması gerekiyor. Gerçi biz daha çok 70' l i yılların Nebahat Ablası ile haşır neşiriz ama Yeşilçam çok sevmiş bu ilginç hikâyeyi. Nebahat'in direksiyonla tanışmasının üzerinden geçmiş elli yıl, sene olmuş 2011 hâlâ biz taksi şoförü kadın fotoğrafı bastık mı çakıyoruz "Şoför Nebahat Ablalar iş başında" başlığını. Bir istihdam merkezi Taksim- Pera hattında 7 kadın taksici çalışacakmış. Üzerlerine özel olarak bir modacı tarafından tasarlanmış kıyafetleriyle pek de havalılar fotoğraflarda. Ancak artık kadının taksici olması haberlerine şaşırmaktan vazgeçsek daha iyi olmayacak mı? Hakikaten bu şaşırmalara, içinden Nebahat geçen başlıklara fena halde uyuz oluyorum. Çünkü bu kadınlar bu ülkede hem de azımsanmayacak bir süredir canları ne isterse yapıyorlar. Hem de böyle süslü kıyafetler giyerek de değil. İş arkadaşları nasıl şartlarda ve nasıl kıyafetlerde çalışıyorsa aynen o şekil çalışıyorlar. Mesela benim bir tanıdığım kadın, ailesini geçindirebilmek için birkaç çaycılık deneyiminin ardından tacizlerden sıkılıp kaynakçı olmaya karar verdi. Evet bildiğiniz kaynak. Tam bir yıl demir kesti, yapıştırdı. Üstü başı yağ içinde geldi evine ama yüzü gülüyordu. Çünkü kimsenin tacizine uğramadan evinin ekmeğini çıkarıyordu. Kadınlar artık 50'li yılların sonunda yaşamış hemcinslerinden çok farklı. Eşit iş fırsatı meselesini tam çözememiş olsak da artık Şoför Nebahat tiplemesinin şaşırtıcı olduğu günleri geride bıraksak hiç fena olmayacak. Çünkü bu yaklaşım kadınlara cesaret vermek yerine onları korkutuyor. Kimse yaptığı iş yüzünden gazetelere şaşkınlık haberi olmak istemiyor. Kadınlara özel kıyafetler giydirip onları istihdam şirketinin tanıtımında kullanmak da kadını meta haline getirmektir. Bırakalım kadın şoför de olsun, kaynakçılık da yapsın, polis de olsun savcı da. Ama artık şaşkınlık yaşayıp ötekileştirmeyelim ki herkes ekmeğine baksın. Ekmek kavgasının kadını erkeği yok.

        ***

        İnsan kucağındaki torunundan utanır yahu

        ÖNCE küçük bir dalgalanma oluyor. Sanki Matrix'te zaman atlamasının yaşandığı o sahne gibi bir dalgalanma. Sonra felaket ortaya çıkıyor. Twitter'da biri aklının dibini gösterdiğinde olaylar böyle başlıyor. Ama işin içine eğer futbol takımları da girdiyse bir de kavga başlıyor. Çok sertleşebilen ve o hiç okumak istemediğiniz çirkinlikte iletiler çıkıyor ortaya. Küfürlerden çok, yoğun nefret rahatsız ediyor beni. Önceki gece çok çirkin bir dalga daha yayıldı. Bir anda ortalıkta PKK ve Galatasaray kelimeleri aynı cümle içinde uçuşmaya başladı. Allah var önce bunun son olaylardan çok etkilenmiş cahil bir taraftardan çıktığını sandım. Ama yazarken bile utandığım "Yani PKK denince akla GS gelir renkleri bile uyar" cümlesinin sahibi Ömer Çavuşoğlu çıkınca hafif bir nefret ve utanç rüzgârı sardı dört bir yanımı. Ülkenin meşhur FB'lilerinden biri olan, yöneticilik ve spor yorumculuğu da yapmış ve belli yaşa gelmiş bir adamın bu sözlerini uzun süre hazmedemedim. Ektiği nefret tohumu uzun uzun kavga ettirdi insanları. Bense onun kucağında torunu olduğunu düşündüğüm tatlı bir çocukla çekilmiş Twitter fotoğrafına bakakaldım. Batsın böyle acımasızlık, tüm insani duyguları çiğneyebilecek kadar insanı alçaltabilen ve insanları şiddete yönlendirmekte en küçük bir sakınca görmeyen taraftarlık anlayışı. Üstelik bu hareket tıpkı Fotogol Gazetesi'nin hafta içi Maccabi Tel Aviv maçı sonrası attığı "Kol gibi geçirdik" manşeti gibi suç. 6222 sayılı Sporda Şiddet Yasası çok net tanımlıyor bu suçları. Ama yasayla, kolluk kuvvetleriyle alınan önlemlerin kimseye faydası yok. Önemli olan insanların içindeki vicdan. Ömer Çavuşoğlu küçük torununa böyle mi öğretiyor hayatı? Mensubu olduğu camiaya nefret tohumları ekmenin, insanları birbirine düşürmenin kendisini iyi bir taraftar yaptığını mı düşünüyor? Yazıklar olsun. Bunu yapan her kimse yazıklar olsun!

        ***

        Avşar-Tatlıses öpüşmesi milattır

        HTPAZAR ekinde dün Gülenay Börekçi'nin çok keyifli bir derleme yazısı vardı. "Türk'ün Öpüşmeyle İmtihanı" başlığını taşıyan yazı "Sahildeler. Kızın gözüne toz kaçmış, çocuksa en masum haliyle onu çıkarmaya çalışıyor. Öyle yakın duruyorlar ki, solukları birbirine karışıyor. Sonra ne oluyorsa oluyor, kız ürkekçe uzanıp çocuğu öpüyor. Usulca, dudaklarından... Sonrasında Türk televizyon tarihinde bir milada tanık oluyoruz" diye başlayıp yakın tarihimizin önemli öpüşmelerini hatırlatıyordu. Yazıyı okuyunca 80' l i yıllarda hepimizin öpüşmeye bakışını değiştiren önemli sahnelerin yani Hülya Avşar ve İbrahim Tatlıses'in birlikte oynadıkları filmlerdeki öpüşmelerini eklemek istedi deli gönlüm. O yıllarda Mersin'de üstü açık yazlık sinemalarda Mersin Şehir Gazozu ve çekirdek eşliğinde anneanneler, teyzeler, mahallenin yaşlı amcaları eşliğinde "anında yorumlu" izlerdik filmleri. E o zaman evden dizi izleyip Twiitter'da anında yorumlarını paylaşmak yoktu. Acıklı sahnelerde kötü karaktere küfredilir, neşeli sahnelerde hep birlikte gülünür, kahramanlık sahnelerinde alkışlar havada uçardı. Öpüşme sahneleri ise çok kritikti. Çoğunlukla makiniste geçmesi için bağrılır ya da annemiz gözümüzü kapatırdı. Aralardan görebildiğimiz kadarıyla İbrahim Tatlıses- Hülya Avşar'lı öpüşmeler çağ atlatmıştı arabesk sinema günlerimize. Büyüklerimizin ne kadar dikkatle izlediği göz önünde bulundurulursa toplumsal hayatımızda çok önemli yeri vardı o öpüşmelerin. Her ne kadar şimdi izleyince "hafif" abartı görünseler de o günlerin ruhunu yansıtmak adına önemli bu sahneleri de eklemek istedi deli gönlüm.

        Diğer Yazılar