Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN öğle saatlerinde “KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı” imzasıyla uzun bir açıklama yapıldı. Açıklamanın başlığı çarpıcıydı: “İstanbul’daki bombalı eylem ne gençliğin kararıdır ne de hareketimize aittir.”

        Bilindiği gibi pazar günü İstanbul’da 7 ayrı noktaya bomba bırakılmış ve daha sonra PKK’nın gençlik örgütü olarak bilinen YDG-H, sosyal medya üzerinden eylemleri “Cizre’de yapılan katliamlara karşı” kendilerinin düzenlediğini söyleyip üstlenmişti.

        KCK açıklamasındaysa şöyle denildi: “Cizre’de gerilimin arttığı günlerde İstanbul’da YDG-H adına bombaların patlatıldığı basına yansıtılmıştır. Hareketimizin ve gençliğin ne böyle bir kararı vardır, ne de bu eylemler hareketimize aittir.”

        ÜÇ SEÇENEK

        Her iki açıklamayı karşılaştırdığımızda kafalar iyice karışıyor. Seçenekler şöyle:

        1- Bombaları YDG-H değil “bilinmeyen” bir güç veya güçler bıraktı ama ortalığı iyice karıştırmak için onun adını kullandı.

        2- Bombaları YDG-H bıraktı ancak bunu Kandil’den (KCK/PKK) habersiz yaptı.

        3- Bombalar, Kandil’in bilgisi dahilinde bırakıldı ancak çözüm sürecine olumsuz etkisi nedeniyle KCK durumu toparlamak için bu açıklamayı yaptı.

        KCK açıklamasının devamında, “Aynı günlerde Hakkâri’de polislerin bazı yerlere bombalar koyması ve bunun açığa çıkarılması gerçeği vardır. Polislerin tutuklanmış olması, bu tür eylemlerin bu dönemde olabileceğini bir daha ortaya koymuştur” denmiş olması Kandil’in sorumluluğu “derin” bazı yapılara yüklediğini gösteriyor. Velev ki öyle. Bu takdirde Kandil’in, YDG-H adı verilen yapılanmanın her türlü provokasyona imkân sunuyor olduğu gerçeğini kabule yanaşmama (ve gereğini yapmama) ısrarını anlamak mümkün değil.

        YİNE GERİLİMİ DÜŞÜRME ÇAĞRISI

        Aynı açıklamada her geçen gün bir muammaya dönüşen Cizre gerginliği üzerine de çok şey söylenmiş. KCK bu gerginliği, Öcalan’ın “yürüttüğü sürece karşı bir provokasyon, onun girişimini etkisiz kılma ve boşa çıkarma” çabası olarak yorumluyor. Özellikle HDP-HDK heyetinin Cizre’de Öcalan’ın mesajını halka iletmesinin hemen ardından 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ın öldürülmesi hakkında, “Polisin bu kadar sorumsuz davranması gerçekten de anlaşılır değildir, izaha muhtaçtır” deniyor.

        KCK açıklamasının sonunda bir kez daha “gerilimi düşürme çağrısı” yapılmış olması kuşkusuz olumlu. Ancak başta Cizre olmak üzere son günlerde sahiden neler olup bittiğini anlamak mümkün değil. Örneğin, Cizre’de PKK ile Hizbullah (ve onların uzantıları) ve devlet dışında yerli ve yabancı aktörlerin bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Benzer şekilde, görüşmelerde müzakere aşamasına geçilmekte olduğunu müjdelemiş olan taraflardan herhangi birinin (veya ikisinin birden) aslında sürecin yarıda kalmasını tercih edip etmediğinden de emin değiliz.

        Sonuç olarak, kritik bir aşamanın eşiğinde bir dizi tatsızlık ve sorunun, çözüm sürecinin geleceğine ipotek koyma ihtimali can sıkıyor.

        Linççiler işbaşında

        ANKARA Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Barış Ünlü, “Türkiye’de Siyasal Hayat ve Kurumlar” isimli dersin final sınavında şu soruyu sormuş: “Abdullah Öcalan’ın yazmış olduğu, 1978 tarihli ‘Kürdistan Devriminin Yolu Manifestosu’ başlıklı broşür ile 2012 tarihli ‘Ortadoğu’da Yerel Sistem İnşası Olarak Demokratik Modernite’ başlıklı yazıyı, sömürge, ulus devlet, devrimci şiddet, demokrasi gibi kavramlara/olgulara olan yaklaşımları bağlamında kıyaslayınız. Bunu, arada geçen 34 yıl boyunca dünya’da ve Türkiye’de yaşanan değişimleri ve Kürt hareketinin Kürt toplumunun yaşadığı dönüşümleri içerecek şekilde yapınız.”

        Kendisini tanımıyorum, ama çok takdir ettim. Sırf bu soru nedeniyle Ünlü’nün yeni çıkan bir gazete tarafından hedef gösterilmesine de hiç şaşırmadım.

        Ama boşuna uğraşıyorlar ve bunun da farkındalar!

        Diğer Yazılar