Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NİHAYET beklenen oldu ve Kobani’deki (IŞ)İD kuşatması sona erdirildi. “Beklenen” dediğime bakmayın, Türkiye’de çok kişi ve çevre Musul başta olmak üzere saldırdığı her yeri işgal eden (IŞ)İD’in Kobani’yi de birkaç gün içinde ele geçireceğini düşünüyordu. Ve bunların ciddi bir bölümü de Kobani’nin düşmesini veya en azından (IŞ)İD’in kenti savunmaya çalışanlara (ve kalpleri onlarla birlikte atanlara) sistemli bir şekilde zarar vermesini, yani kuşatmanın sürebildiği kadar sürmesini istiyordu.

        Bunların başında da AKP hükümeti geliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, birçok kez “Kobani düştü, düşecek; sıra diğer kantonlara da gelecek” dedi. Siyasi iktidarın yaklaşımını eleştirenlere, Kobani ile dayanışma için sokaklara dökülenlere “Ne alakamız var Kobani ile?” diye cevap verdi. Washington’un Kobani direnişine yardımlarını “Kobani niye bu kadar önemli?” diye eleştirdi.

        Erdoğan’ın bu tutumunun miladı 2012 baharıdır. Hatırlanacaktır, Suriye’deki iç savaştan istifade eden, Abdullah Öcalan ve PKK çizgisine yakın olan PYD adlı örgüt, Kürtler tarafından “Rojava” olarak adlandırılan bölgenin bazı yerleşim birimlerinde hâkimiyetini ilan edince Ankara’da tam bir şok yaşanmıştı. Erdoğan başta olmak üzere ülkeyi yönetenler, Suriye’nin Türkiye ile sınırında Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi bir durumun yaratılma ihtimalini “kırmızı çizgi” olarak tanımlayıp izin vermeyeceklerini söylediler. Bu noktada, PYD’nin kendisine yakın parti ve kişileri dışladığını düşünen Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani’nin de desteğini kazandılar. Buna rağmen PYD, bir süre sonra Cizire, Afrin ve Kobani’de üç ayrı kanton kurulmasına önayak oldu ve buralarda Öcalan’ın “demokratik özerklik” önermesi pratiğe geçirilmeye başlandı.

        DÜŞMANIMIN DÜŞMANI...

        PYD’nin (dolayısıyla PKK’nın) Rojava’da hâkimiyetini tesis edip koruması hiç de kolay olmuyordu. Esad rejimine karşı savaşan grupların önemli bir bölümü, özellikle de El Kaide çizgisindeki Nusra Cephesi ve (IŞ)İD, Baas işbirlikçisi gördükleri PYD ve onun silahlı gücü olan YPG ile sürekli savaşıyorlardı. Bu sürgit çatışma hali nedeniyle PYD/YPG ağır kayıplar verdi, PKK ise birçok imkânını (insan, silah...) takviye için büyük ölçüde Rojava’ya kaydırmak zorunda kaldı.

        Bir yandan PYD’nin kendini rahat hissedememesinden, diğer yandan PKK’nın enerjisini büyük ölçüde Rojava’ya kanalize ediyor olmasından Ankara hiç rahatsız olmadı, tam tersine bu durumu tercih etti. (IŞ)İD’in çok büyük bir güç yığarak Kobani’yi kuşatması da benzer bir şekilde hükümeti kaygılandırmadı, hatta Türkiye’de PKK’dan nefret eden kesimler tarafından “Aranan kan bulundu” denilerek alkışlandı.

        Ayrıntılara girmeye gerek yok. Yanlış Kobani politikasının hem iktidar partisiyle Kürtler arasındaki mesafeyi iyice açtığını, hem de çözüm sürecini tehlikeye attığını hep birlikte yaşayıp gördük. Buna karşılık Kobani’de yaşananlar Öcalan liderliğindeki Kürt siyasi hareketinin (KSH), sadece Türkiye’dekiler değil tüm Kürtler nezdindeki itibarını artırdı, IKBY ile arasındaki mesafeyi azalttı ve dünya çapındaki imajını büyük ölçüde iyileştirdi.

        YANLIŞTA ISRAR

        Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun hafta sonu Diyarbakır’da verdiği mesajlar, özellikle de Kobani’ye selam göndermesi siyasi iktidarın yanlıştan döndüğünün işareti olarak algılandı. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika dönüşü uçakta gazetecilere söyledikleri, Rojava’ya hâlâ “kırmızı çizgi” perspektifinden baktığını gösteriyor.

        Onun “Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Burada Türkiye olarak üzerimizdeki yükün ağır olduğunun bilincindeyim, biz buradaki duruşumuzu korumak zorundayız. Bu oluşumlar gelecekte büyük sıkıntılara yol açacaktır” sözleri, Kobani ve diğer kantonlarla Ankara arasındaki sorunun, (IŞ)İD devreden çıkmış olsa da süreceğini gösteriyor.

        Erdoğan’ın gazetecilerle sohbetinden, bu sorunun çözümü için esas muhatap olarak Kürtleri değil de ABD yönetimini gördüğü anlaşılıyor. Bunun ne kadar yanlış bir yaklaşım olduğu da herhalde çok geçmeden anlaşılacaktır.

        Çünkü Kobani bize, Ortadoğu’da insan faktörünün hâlâ çok etkili, hatta belirleyici olduğunu bir kez daha gösterdi.

        Bakalım Ankara, Kobani olayından bu dersi çıkarabilecek mi?

        Diğer Yazılar