Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        RECEP Tayyip Erdoğan “partili cumhurbaşkanı” olacağını seçimler öncesi ilan etmişti. Şu ana kadarki performansına baktığımızda “partili”den ziyade “partici” veya “partizan” bir cumhurbaşkanı profili çizdiği açık. İl il dolaşıp muhalefet partileriyle polemiğe giriyor, seçmenden başkanlık sistemine geçebilmek için iktidar partisine 400 milletvekili sunmasını istiyor.

        2011 genel seçimlerinde 327 milletvekili kazanmış olan iktidar partisinin 400 milletvekili kazanması için öncelikle HDP’nin, 35 milletvekilinin tümü AKP’ye geçecek şekilde barajın altında kalması gerekiyor. Ama yetmiyor. Ardından MHP ve CHP’nin çok büyük oy kayıpları yaşaması şart. Fakat her iki parti de ne kadar düşerse düşsün AKP’nin 400’e ulaşması mümkün değil.

        Aslında formülün baştan yanlış kurulduğunu söyleyebiliriz. Zira HDP hiç de baraj altında kalacağa benzemiyor. Hatta Erdoğan ve siyasi iktidarın diğer temsilcileri hedef almayı sürdürdükçe HDP’nin oylarının daha da artacağını tahmin ediyorum.

        SÜREÇ BİTERSE...

        HDP için en büyük risk, bir şekilde çatışmasızlık ortamının sona ermesi olur. Evet, çözüm sürecinin alenen sona ermesi ihtimalinin HDP’yi zor durumda bırakacağı kesindir. Ancak böyle bir durumda HDP kadar, hatta ondan çok daha fazla olarak AKP kaybeder; MHP ve CHP oyları artabilir. Tabii ki en çok kaybeden bütün Türkiye olur.

        Sürecin şu günlerde tıkanmış olduğu muhakkak ve tıkanıklığın nasıl aşılabileceği de muğlak. Ne var ki daha önce de tıkanıklıklar yaşanmış ama bir şekilde sürecin devamı sağlanabilmişti. Bu sefer de öyle olacağını tahmin etmek zor değil. Tahminime göre Erdoğan HDP’ye karşı sert üslubunu devam ettirecek, ama hükümet cephesi sürecin kaldığı yerden yola devam edebilmesi için diyalog mekanizmalarını yeniden işletecek.

        Şöyle ki, çözüm sürecindeki sorunlar büyük ölçüde, hükümet çevrelerinin ısrarla göstermek istediği gibi İmralı (Öcalan) ile Kandil (PKK/KCK) arasında değil devletin farklı kesimleri arasındaki görüş ve üslup farklılıklarından kaynaklanıyor. Bu farklılıkları, “iyi polis-kötü polis” şeklinde bir mizansen olarak küçümsemek de yanıltıcı olur. Devlet içinde şekilden çok içerikle ilgili derin farklılıklar bulunurken benzer bir durumun Kürt siyasi hareketi için de geçerli olduğunu pek sanmıyorum.

        CEMAAT ARTIK ‘ÖZNE’ DEĞİL ‘NESNE’

        Özellikle Gezi sürecinden itibaren Erdoğan’ın demokratik sisteme “çoğulcu” değil “çoğunlukçu” perspektiften baktığını daha net görmeye başladık. Son 400 milletvekili hedefi bunun yeni bir versiyonu. Halbuki bu perspektifle demokrasiyi ilerletmek asla mümkün değil. Örneğin istediğiniz başkanlık sistemini inşa etmek için HDP’yi bir şekilde Meclis dışı bırakabilirsiniz fakat ülkenin en dinamik toplumsal/ siyasi hareketini, üstelik tüm bölgede giderek daha etkin bir aktör haline geldiği bir sırada dışlamanın götürüsü getirisinden kesinlikle daha fazla olur.

        Fakat siyasi iktidarın İç Güvenlik Paketi’ndeki ısrarı, buna bağlı olarak Meclis’te yaşananlar nedeniyle umutlu olmak mümkün değil. Buna siyasi iktidar tarafından gündeme zerk edilen kaset ve suikast iddialarını da eklediğimizde ortam iyice gerginleşiyor. Anlaşılan Erdoğan bu sefer de seçmenin esas olarak bu tür spekülatif şeylerle meşgul olmasını tercih ediyor. Çünkü 1994 yerel seçimlerinden itibaren sahici meseleleri tartışmak yerine ideolojik kavgaları esas alma üzerine bina edilmiş seçim kampanyaları genellikle Erdoğan ve arkadaşlarının başarısına zemin hazırladı.

        Son iki seçime bir şekilde müdahil olan (ve kaybeden) Fethullah Gülen cemaatinin, bu seçimlerde bir “özne”den ziyade “nesne” durumuna düşmüş; Erdoğan ve AKP’nin günah keçisine dönüşmüş olması da ayrıca dikkat çekici bir durum. Galiba bu seçimlerde de Erdoğan’ın en büyük kozu Cemaat olacak!

        Diğer Yazılar