Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Engin Alkan tiyatro seyircisinin gönlüne taht kurmuş; akademisyen, oyuncu, yönetmen, seslendirme sanatçısı yani gerçek bir tiyatro büyücüsü! Bir kez izleyenin müptelası ve takipçisi olduğu sanatçının sadece oyunculuğu değil tiyatroya dair her konuda ki güçlü etkisi, emeği ve bilgisini anlat anlat bitmez. Özellikle de tüm birikimini sunmadaki cömert aydın tavrı neden sevildiğinin izahı olabilir. (Ne de olsa artık sevmek için çok sebep lazım zamanlarındayız…)

        Ülkemizde gerçekten değerli, bilgili ve çalışkan insanlar yerine kendi kendinin reklamcısı ve şova dönük isimler prim yaptığından ve kendisi de meraklısı olmadığından tanıyan çok sever, bilmeyen kendi kaybeder… Ayrıca bu söyleşiyi okumayan da ikinci kez kaybeder…

        * Performans ve gösteri çağında oyuncunun sunacağı ne kaldı? Sanki herkes durmadan oynuyor, gösteriyor ve kendi reklamını yapıyorken oyunculuk daha mı zorlaştı yani?

        Mesleki anlamda bir yozlaşmadan söz ediyorsanız, katılıyorum. Gerçekten de oyunculuk sanatının özellikle popüler ve ticari mecralarda günün esen rüzgarlarına göre eğilip büküldüğü bir yozlaşma içindeyiz. Sanatta ustalaşmak ve bilgeleşmenin yerinin daha çok tanınmanın, ünlenmenin ve para kazanma telaşının aldığı bir algı ortamında giderek sanatsal değerlerin içinin boşaltıldığına tanıklık ediyoruz. Sadece oyunculuk sanatında mı? Bu durum içinde yaşadığımız toplumun bütün değerlerinde baş gösteren çürümeden bağımsız değil. İşte tam da bu noktalarda toplumun dokularını tamir edebilmek adına sanata daha çok ihtiyaç duyuluyor aslında. Evet, bugünün yükselen değerleri sizi gerçek sanatınızdan koparmak için var gücüyle tuzaklar hazırlıyor. Çevrenizde kalabalık bir koro size “enayi” diye haykırırken yoldan çıkmamak hayli güç. Bu öyle cazgır bir koro ki bu kalabalığın kimisi gerçekten cahil, kimisi de çoğunluğun sesini kendine siper eden aşırı kurnazlardan oluşuyor. Ama sakinliği kaybetmemek lazım! Hep şunu söylerim; Pamuklu kumaşlar revaçta diye ipek böceği kozasını örmekten vaz geçmez.

        * Siz öğrencilerinize oyunculukta doğru bir kıvam için sihirli formüller veriyor musunuz? Varsa biraz bize de verir misiniz?

        Sihirli diyemem ama uyguladığım pek çok formül var. Bu formüllerin bazıları binlerce yıldır araştırılan yöntemlerden bazıları da kişisel deneyimlerden oluşuyor. Kullandığım bu formüllerden en önemlisi “deneyim” denilen şeyin aynı zamanda son derece “yanıltıcı” olduğunun da bilinmesini öneriyor.Yani öğrenmek, bilmek, keşfetmek, soru sormak ve anlamak eninde sonunda yaratma eylemiyle ilişkileniyor ve yaratım denilen şey sizin bütün ezberinizi sıfırladığınız bir noktadan başlayarak kişisel bir eyleme dönüşüyor.

        * Neredeyse bütün oyuncular sosyal medya da profillerine ayrıca ‘yönetmen’ yazıyorlar, biz de inanmıyoruz haliyle! Bir yönetmen olarak bu neyin derdi?

        Ülkede gerçek anlamda “yönetmen” sayısı o kadar az ki, koyunun olmadığı yerde iş “Abdurrahman Çelebi” lere kalıyor herhalde. Tiyatro Yönetmenliği metnin parantez içlerinde yer alan yönergelerini sahneye uygulamak için seyirci koltuğunda oturup oyunculara “sağa git, sola git, otur, kalk” biçiminde direktifler vermek değildir. Ben böyle yönetmenlik yapanlara trafik memuru diyorum. Bırakın yeni yetmeleri yıllardır yönetmen olarak bildiklerimizin de yönetmenlikten anladığı bundan ibaret. Bizim aydınımızın adetidir; Önce dünyadan “kavram” ı ithal ederiz sonra içini doldurmaya çalışırız. Tanzimat’tan beri böyle sürer gider bu.

        * Köpürte köpürte, çatlata çatlata kısacası abarta abarta oynama modasıyla televizyonda tiyatro yapar gibi yapmak gibi bir tür oluştu. (Sorudaki cümle bozuklukları, ifade kirliliği ve toplu anlaşılmazlık içerikten kaynaklanmaktadır. Benim suçum yok!) Sonra reyting alınca tiyatro sahnelerinde de televizyondaki skeçler tekrar ediliyor. (Evet sonunda soru da soracağım.) Değerlendirir misiniz lütfen?

        Televizyonda skeç denilen türe karşı değilim aslında. Skeç oynarken olağandan biraz daha abartmak ya da “köpürtmek” de kabul edilebilir. Ancak bu türün bize sunulan örneklerinde bir sorun olduğu da gerçek. Televizyonda izleyen kitlenin eğitim ve gelir seviyelerine tekabül eden kategoriler vardır. “Düşük eğitim düzeyli” diye tabir edilen o kalabalık kitleye fazladan iki gofretle bir paket deterjan satmak için beğeni algısı o kadar alta çekiliyor ki ortalamanın biraz üzerinde kalan ama inatla bu programları seyretmek isteyen seyirci için durum ıstırap vermeye başlıyor. Tiyatroya gitme alışkanlığı olmayan kitlelere bu yapılanları tiyatro gibi ya da tiyatroyu bu yapılanlar gibi algılatmak ise zurnanın zırt dediği yer. Burada Halk Tiyatrosu diye tabir ettiğimiz türün abartılı eğlence anlayışıyla bir yakınlık kurulmaya çalışılıyor sanırım. Ancak Halk Tiyatrosunun oyunculuk biçeminde her ne kadar abartı olursa olsun bu geleneksel tarzı çağın estetik değerleriyle hemhal etmeden kullanırsanız sonuç örneklerde de gördüğümüz gibi “ucuzluk” olur. Burada o programlarda oynayan oyunculara ya da o programlara kan veren tiyatroculara getirecek olursam; uygulanan türün gereklerini bahane ederek bu zevksizlikten paylarını almaktan kurtulamazlar. Çünkü oynamaları için seçildikleri işler onların beğeni düzeylerini belirlemez belki ancak her bir sanatçının beğeni düzeyi yaptığı işin kalitesini belirler.

        * Şirketlerin performans değerlendirmesi yaptığı gibi tiyatrocuyu değerlendirmek mümkün müdür? Örneğin değerlendirmeye oyuncunun politik duruşu dahil midir? (Siz sözü eğip bükmeden konuşanlardansınız. Susmak hizmet verdiğin sanatı aldatmak değil midir?)

        Sanatçının “susması” ne demektir, “konuşması” ne demektir? Sanat politikadan ayrı düşünülemez elbette. Bir sanatçı var oluşu gereği sistemin en büyük muhalifi ve muktedirin en amansız eleştirmeni olmalıdır. Peki burada kastedilen muhalifliğin partizanlıkla karıştırılmasına ne demeli? Acaba sanatçının politik duruşunu hangi yolla sergilemesi evladır, konuşarak mı, üreterek mi? Peki, sahnede kurduğunuz cümlenizin boşluğu, sadece ürettiğiniz için hoş görülebilir mi? Çok kafa karıştırıcı sorular bunlar. Ancak anlaşabileceğimiz çok genel bir payda var. Susulmamalı! Susmak, sanata da birey olmaya da yakışmaz bir durum.Ama konuşmalı derken Twitter’ da, Facebook’ ta laf kalabalığı yapmayı kast ettiğim anlaşılmasın. Ülkenin bu denli polarize olduğu ve bir kanaat lideri olarak kendisinden kanaat eden kitlelerin görüşlerini sürekli tekrarlamasının beklendiği bir ortamda “konuşma” nın sosyal medyada, basında, orada burada car car gevezelik etmek boyutuna indirgenmesini pek kıymetli bulmuyorum açıkçası. Bir sanatçının en etkili ifadesiestetize ederek söylediği cümlesidir. Bu yolla dile gelen söz en hamasi nutuklardan, en şehvetli konuşmadan daha etkilidir.

        * Söz merkezci veya direkt ve salt beden merkezci, performatif oyunlar arası bir tercih yapılabilir mi? Ya da hepsinden bir tutam koyarak seyirciyi çağırmak içeriğe ihanet değil midir? (Ne yapalım böylesi değerli ve ender bir yönetmenle her dakika söyleşmiyoruz, soralım öğrenelim azıcık!)

        Performans sanatı ülkemizde yeni yeni bilinmekle beraber 60’lı yıllardan bu yana gelişimini sürdüren bir türdür ve tiyatrodan farklıdır. En basit anlatımıyla tiyatro çatışkı (drama) kökenlidir, büyük bir çoğunlukla söz odaklıdır ve tekrara dayalı bir yapısı vardır. Oysa performans sanatı metinden bağımsızdır, tekrarı yoktur, bir etki olarak izleyicinin belleğinde yaşamını sürdürür. Sözün yerine ifade aracı olarak bedeni kullanır. Çeşitli sanat disiplinlerini birbirine bağlayarak alternatif mekanlarda “burada ve şimdi” yi seyircinin gözü önünde var etmeye çalışır. Performans sanatıyla uğraşanlar tiyatro ile arasındaki bu derin farktan ötürü kendileri için “oyun” ve “oyuncu” tanımları yerine “performans” ve “performer” tanımlarını kullanırlar. Sorunuza gelince. Öncelikle sanatta “ihanet” sözcüğünü pek sevmiyorum. “ihanet” kavramı içinde yer alan çeşitli ahlaki vurgulamalar sanatsal yaratının gelişmesinde bir takım konservatif manipülasyonlar yapmayı olanaklı kılar ki bu da tehlikelidir. Öte yandan dediğiniz gibi, “bilmeden, fikir sahibi” olan insanların kendilerine bir takım “yenilikçi” süsler takınarak seyircinin algısına yönelmeleri de sık rastlanan, acıklı bir durumdur. Ama yine de türlerin birbirlerinden etkilenmelerinde ya da melezlenmelerinde bir beis görmüyorum, iş ki makyajdan öte bir gerçeklik yaratabilsin.

        * Rol yapmadan rol yapılır mı? Hani ‘bu sahnede oynamak yasaktır’ gibi sözlerden bahsediyorum.

        Bu tür ifadelerde “oynama” eylemini “gerçek” kılmakla ilgili bir hassasiyet vurgusu olduğunu düşünüyorum. Kötü oyuncuların elinde rollerin nasıl yapmacıklı bir ağdaya büründüğünü gördükçe de hak vermemek mümkün değil aslında. Ama tabi ki hepimiz Homo Ludens’iz, yani oyun oynayan insanlarız. Rol yapıyoruz.

        * Sahne kamusal alan mıdır, kamusal alanın ihlali midir? Ya da hangisi olmalıdır? (Evet Hocam ben böyle gıcık soru görmedim. Üstelik birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde… )

        Anlamadım diyeceğim. Tiyatro için kamunun olduğu her yer sahnedir deyip kurtulsam?

        * Şehir Tiyatroları hayalleriyle yanıp tutuşanlar ne yapsınlar? Bu kuruma gökten vahiyle mi girilir, nasıl içine sızılır, nerden torpil yapılır ya da yapılmaz?

        Aslında zaman zaman yapıldığı gibi, elde istihdam edilecek kadrolar olduğunda sınav ilan edilir ve bir jüri önünde verilen sınavla rollerde görev alınır. Burada anahtar sözcük, “kadrolar”! Böyle bir istihdamın gerçekleşmesi için öncelikle elde boş kadro olması gerekir. İ.B. Belediyesi duy sesimizi! Ne olacak bu genç oyuncuların hali?

        Sonsuz sevgiler, saygılar, teşekkürler, hayranlıklar…

        Diğer Yazılar