Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DEĞERLI okurlarım, bugün size sizden bahsedeceğim. Biraz ‘düşünmenizi’; ‘empati’ yapmanızı ve ‘hayal etmenizi’ isteyeceğim.

        Bir öykü anlatacağım ve bu öyküdeki durum, kurum ve kişileri hayal etmenizi isteyeceğim.

        Bir takım düşünün; 3 yılda toplam 27 oyuncu almış, sadece bonservis ücretine 91 milyon Euro gibi çok ciddi bir para ödemiş. Bu takım çok çok büyük bir travma yaşayan kulübün takımıymış. Travmanın yaşanmasına neden olan sezonun ilk yarısında liderden 9; 2.’den 5 puan fark yemiş. 2. yarıda müthiş bir ivne yakalayıp lig ikincisi ile aynı puanda sezonu tamamlamış. Averajla zirveye kurulmuş ama bu başarısı mahkemeye düşmüş. Aynı takım, travma sonrası stres bozukluğu yaşadığı sezonda liderden 9 puan fark yiyerek 2. olmuş. Bir sonraki sezon bu kez 10 puan farkla ikincilik ile yetinmiş. Fakat bu iki yılda da daha düşük bir organizasyonda birinci olup kupa almış.

        Bu takım; 91 milyon Euro harcanan 3 yılın üstüne yaklaşık 30 milyon Euro daha bonservis harcaması yapmış. Tam o esnada tüm bu harcamaları yaptıran kişi ayrılmış.

        Şimdi empati zamanı;

        Bu ekibin başına sizi getirmişler. Bugüne kadar bu ölçekte bir firmada hiç çalışmamışsınız. Sizinle anlaşmışlar ama kamuoyuna yaklaşık 1 ay boyunca sizin bu göreve atandığınız duyurulmamış, arada sizin getirildiğiniz görev için başka isimler de gündeme gelmiş. Siz, 4 yılda 120 milyon Euro’yu sadece bonservise dökmüş bir kuruluşta, üstelik kamuoyu nezdinde daha ilk günden ‘yeterince güvenilmeyen’ bir imajla tek bir başarı şartı konarak işe başlamışsınız.

        Firma içinde durumunuz bu. En büyük rakip, son 2 yılda tüm piyasayı domine etmiş, sizin firmanın elinden 3 kupa almış. Bu şartlarda bir kişiyi bile kendinizin seçmediği bir ekiple yola çıkmışsınız. İşin ilk zamanlarında işler berbat gitmiş. Herkes sizi eleştirmiş. “6. hafta sonunda gider” diye fallar açılmış hakkınızda. En önemlisi, ekipte tamamı sizden yüksek maaş alan elemanlarınızın bir kısmı kazan kaldırmış; bir kısmı tribe girmiş; bir kısmı sizi patrona şikayet etmiş. Tam bu esnada; artık işler iyice zorlaşmışken patron devreye girip yüksek ücretli ekibe sizin lehinizde olacak şekilde ‘ayar’ vermiş. Siz de bugüne değin; hiç bu tür bir çalışma şeklinde yaşamamış, yeterince yorulmamış, başka düzende iş tutmaya alışmış kişilere kendi sisteminizi empoze etmeye uğraşmışsınız.

        İşler bir ara kötüleşir gibi olmuş; patron bu kez size ‘tepki’ göstermiş; istifanın kapısından dönmüşsünüz ve patrona rağmen, bazı isimleri ısrarla ekibe dahil etmemişsiniz.

        Bu iş için size verilen süre 10 ay iken, bu şekilde başladığınız bir iş yerinde, daha 8. ayın içindeyken firmanızı tam olarak zirveye oturtmuşsunuz. Başta size trip yapan, küsen, darılan isimlerin hemen hemen hepsini kazanmışsınız; neredeyse “gönderilmesi gerek” raporu verilecek bir çalışanınızı o piyasanın en değerli mevkii sahibi haline getirmişsiniz. En önemlisi işler tam rayına oturmaya başlamışken bir kalp sorunu yaşamış, doktorların kesin “en az 1 hafta dinlenmelisin” talimatına rağmen operasyondan 1 gün sonra en büyük rakiple mücadele gününde ekibin başında hazır bulunmuşsunuz.

        Şimdi söyleyin kendinize; siz sadece başarılı mı oldunuz? Yoksa çok mu başarılı oldunuz?

        Cevabınızı verdiyseniz şimdi de düşünün lütfen;

        Bu kadar başarılı iken hala patronunuz kamuoyu önünde sizden tek bir kez bile övgüyle bahsetmemişse; yöneticileriniz sizin zaferlerinizden sonra bile Twitter’dan, önceki yöneticinin soyismini içeren kutlama mesajları atıyorsa; sene sonunda kalıp kalmayacağınız halen tartışılabiliyorsa; bir önceki yöneticinin ‘kankaları’ olan birçok piyasa yorumcusu, analisti, gazetecisi sizi ancak yarım ağız kutluyorsa sorun nerededir? Siz de mi yoksa kurumuzunda mı?

        Cevap veriyorum; sorun sizde değerli okur; çünkü siz “Fazla tevazu gösterme, gerçek sanırlar” atasözünden haberdar olmamışsınız.

        * * *

        Küçük öykümü okudunuz; bu öykünün kahramanı için “Helal Olsun” diyorsanız, artık bunu yüksek sesle dile getirme zamanıdır.

        Diğer Yazılar