Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YAZILARIMA yansıtmıyordum ama bir süredir, “Nasıl adil bir toplum olunur?” sorunsalı üzerine düşünen akademik bir çalışma grubu içindeyim.

        New York’taki dijital medya çalışmalarımın yanı sıra içine girdiğim bu zorlu akademik çaba, aslında bir süre önce John Rawls üzerine katıldığım bir çalışma grubuyla başladı. John Rawls, “A Theory of Justice” (Adalet Teorisi) adlı çalışmasıyla siyasi düşünce tarihini adeta yeniden yazmış ve liberal düşünceye yepyeni bir kimlik, bir içerik kazandırmıştır.

        Çalışma grubum “Doğru dürüst (decent) toplumlar nasıl adil olabilirler?” sorunsalı üzerine çalışmayı hedeflemişti. İtiraf etmeliyim ki bu çalışma grubunda en fazla zorlanan kişi bendim; çünkü ben ne “doğru dürüst” olan ne de “adil olmaya çalışan” bir toplumdan geliyordum. Benim dünyam, acı gerçeklerim diğer arkadaşlarınkinden farklıydı. Ama yine de akademik yönümü devreye sokarak “Bir toplum nasıl adil olabilir?” sorusuna cevap arama çalışmasını sürdürdüm.

        Hayli zor metinleri okumaya çalışırken, Türkiye’den gelen her haber benim çalışma ve düşünme gücümü zorluyordu. Ama yine de pes etmedim. Sonunda “Nasıl adil toplum olunabilir?” sorusuna galiba bir cevap bulduk sanıyorum.

        John Rawls, bahsettiğim kitabında adalet teorisini geliştirip liberal bakışı oluştururken adil toplumu varsayıp teorisini ona göre yapıyordu. Onda, o adil topluma nasıl ulaşılacağı sorusu cevapsız kalmıştı. Rawls, bir adil toplum tanımı yapıp bunun koşullarını açıklıyordu. Yani onun kitabı biraz teorik, soyut kalıyordu.

        Aslında bu teorinin bir gerçekliği olabilmesi için hayata uygulanabilmesi gerekiyordu. Yani adil topluma nasıl ulaşılabileceği sorusunun ayağı yere basan bir cevabı olması lazımdı. Zor bir soruya zor bir cevap aranıyordu aslında.

        Aradığım ipucunu, hayatını John Rawls’ın sorunsalını açmaya, daha net hale getirmeye adamış önemli bir çağdaş felsefecide buldum.

        Bizim çalışma grubu, son zamanlarda neredeyse tek bir kitabın üzerinde çalışıyor: Martha Nussbaum’un “Political Emotions” adlı kitabı. Denilebilir ki bu kitap, 21’inci yüzyıl siyaset biliminin ve adil toplum arayan düşünürlerin tıkandığı noktaları açacak önemli tespitlere sahip.

        Chicago Üniversitesi’nde etik ve hukuk profesörü olan Nussbaum’un Harvard tarafından basılan bu önemli çalışmasını bir köşe yazısında hakkını vererek özetleyebilmek imkânsız. Ama kitabın alt başlığı, tezin ana fikri açısından bize ipucu verebilir. “Political Emotions; Why Love Matters for Justice”, yani “Adalet için Sevginin Olması Neden Önemli” diyor Profesör Nussbaum.

        Çalışmada, “Bir toplumda sevgi dolu duygular ülkenin edebiyatına, sanatına, gündelik ilişkilerine, kamusal alanlarının örgütlenişine ve mimarisine kadar her alana girmemişse, o toplumda adaletin sağlanabilmesi mümkün değildir” deniyor.

        Nussbaum sonra psikolojiyi, operayı, felsefeyi ve şiiri tarihlerini de irdeleyerek inceliyor. Kitabın başında Mozart’ın "Figaro’nun Düğünü" operası, adil toplum teorisi açısından detaylı inceleniyor. Ayrıca John Stuart Mill, Jean Jacques Rousseau, Rabindranath Tagore, Walt Whitman ve Mahatma Gandhi’de duygular ile adalet arasındaki ilişkinin nasıl ele alındığı da araştırılıyor.

        Doğru dürüst (decent) bir toplumun adil olabilmesi için, insanlardaki sevgi duygularının o toplumdaki her yapı tarafından desteklenip önünün açılması gerekiyor. Ancak bunu yaptığımız zaman adalet teorisinin öngördüğü adil topluma ulaşabiliriz.

        Size bütün bunlar pek gerçekçi gelmeyebilir, ama ben bunu en azından üzerinde düşünülmesi ve çalışılması gereken önemli bir öneri olarak görüyorum. Hemen herkesin savaş mantığıyla sadece kızdığı ve sövdüğü yazılar yazdığı bir toplumda böylesine yazılar yazmam da manasız görülebilir.

        Ama ben, Türkiye’nin bu durumuyla artık tıkanmış olduğunu ve uçurumun eşiğine geldiğini düşünüyorum. Çok yakında halimiz hakkında düşünme sürecine mecburen başlayacağız. Adil toplum olmak, tekrar ihtiyaç olarak öne çıkacak. Ben de “Bari o süreç başlamadan önce bir açılış yapayım ve potansiyel tartışmalara şimdiden bir katkım olsun” diyerek bu yazıyı yazdım.

        Türkiye maalesef decent (doğru dürüst) bir ülke değil, adil olma ihtiyacı hiç yok, adalet toplumsal hedefleri arasında yer bile almıyor.

        Tıkanmalarımızı aşmak için bize de sevgi dolu duygular gerekiyor. Ama bu da olmadığı gibi bolca kin var. Bu yüzden Türkiye’nin bu haliyle adil bir toplum olabilmesi mümkün değil. Adil topluma ihtiyaç duyanların yapabileceği tek şey, toplumun sanatında, şiirinde, romanında, şarkılarında ve kamusal alanlarında sevgi dolu duyguları yüceltip aktarmaktan ibaret. Belki o zaman “doğru dürüst bir toplum olma arayışına” biz de çıkarız.

        Bence bu duyguların taşıyıcısı olabilecek tek kesim, seküler, modern dünya görüşüne sahip insanlardır. Bir gün belki adil toplum olma hayali, bizlerin üstüne kalan bu görevi yerine getirmek suretiyle gerçekleşecektir.

        Diğer Yazılar