Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her zaman söylenir; “İslam barış, kardeşlik, iç huzurun dinidir”, “Güzellikleri yaşamanın ve yaşatmanın kurallarını o koyar” diye sıkça tekrarlanır.

        Ben buna gerçekten inanmak istiyorum ve bunun doğru olduğunu bilmem gerekiyor.

        “Sen deist değil misin neden buna ihtiyacın var?” derseniz, basitçe ifade etmek gerekirse... Bir deistin kendi felsefi duruşunu, kendi inancını tam ve iç huzurla yaşayabilmesi için İslam’ın kendi hakkında dediklerine de yürekten inanması gerekiyor. Kendi iç huzurumuzu ve oradan giderek toplumsal huzurumuzu sağlayabilmek için birbirimizin inançlarına karşılıklı olarak bu sevgiyi verebilmemiz lazım.

        *

        Ben dürüst Müslümanların kendi haklarında dediklerine inanmak istiyorum...

        Ama dünyada ve Türkiye’de kendilerinin de Müslüman olduğunu söyleyip tamamen o anlatılana aykırı davranan hatta söylemi durmadan yıkan insanlar da var.

        Okul basıp öğrenci öldürenler...

        Kız çocuklarını kaçırıp onlara baskı yapanlar...

        Göz kırpmadan kafa kesip bunu da din uğruna yaptıklarını söyleyenler...

        Birbirlerine karşılıklı salladıkları bombalardan sonra yine karşılıklı olarak “Allahu ekber” diye bağıranlar...

        En vahşi, en barbar eylemleri planlayıp bunu da din adına yaptıklarını söyleyenler şimdi sanki çoğunluktaymış gibi davranıyorlar.

        Onlar varken onların davranışları hâkim davranış olarak kabul edildikçe, Müslümanları kendi inançları hakkında söyledikleri “barışı, toplumsal ve iç huzuru getiren inanç söylemi” ne yazık ki havada kalmaya mahkûm.

        *

        Görünen, ne yazık ki İslam âleminde azınlıkta olsalar dahi davranışlarıyla sanki hâkim tavır onlardaymış gibi izlenim yaratanların yol açtıkları bir algı var.

        Ve bu algı hem İslam dinine hem de bizlere darbesini vuruyor.

        Açıkça görülmektedir ki İslam âlemi içinde bir yükselen davranış bozukluğu problemi vardır. Din adına yapıldığı iddia edilen bazı hareketler bu bozukluğu ortaya çıkarmakta ve İslamiyet’e darbesini vurmaktadır.

        Eğer ben bile bu duruma bir gün “Dur” denilmesi gerektiği ihtiyacını duyuyorsam, bir inançlı insan bu ihtiyacı çok daha yoğun olarak hissetmelidir.

        Hiç sonu gözükmeyen, hiç bitmeyen cihadın içinde olan bazı insanların, dini barış ve kardeşlik duygularıyla tarif etmesinin pek de inandırıcı olabilmesi ne yazık ki mümkün değil.

        Ama dediğim gibi ben o barış ve kardeşlik tanımının doğru olmasını istiyorum, buna çok ihtiyacım var.

        Dolayısıyla İslam âlemi içinde inancın derin köklerine inerek gittikçe güçlü bir şekilde söylemi başka yönlere çekmeye kalkışanlara karşı da bir güçlü söylem geliştirmek gerekiyor, hem de gördüğüm kadarıyla buna acil olarak ihtiyaç var.

        *

        Peki bunu kim yapacak?

        Müslümanlar arasında ciddi bir tartışma ve görüş alışverişi gerekiyor. Ve bunun sonunda İslam’ın barış ve sevgi dini olarak modern demokrasilerle nasıl uyumlu yaşayacağı üzerinde acil olarak düşünülmesi gerekiyor.

        Bunu Arap ülkeleri katiyen yapamaz. İran da yapmaz, şeriatla yönetilen ülkelerde hiç umut yok. Kendi diktatörlüklerini din kılıfıyla yürütenlerden umudumuz olamaz.

        Haydi kendimize itiraf edelim, bu yeni tanımı ve yeni inanç konumlandırmasını yapabilme potansiyeline sahip tek ülke var dünyada. İslam âlemi içinde bir tek Türkiye modern, çağdaş, seküler bir Müslüman demokrasisidir. Yaşam böyledir, bu yüzden İslam’ın ihtiyacı olan yeni tanımları yapma durumunda olan tek ülkedir. Bir tek bu ülke yaşamı, hayat tarzlarıyla İslam’ın gerçekten barış ve sevginin dini olduğunu dünyaya gösterecek potansiyele sahiptir.

        İslam âleminin kendi inançlarından hiç taviz vermeden modern, çağdaş, seküler bir demokrasiyi oluşturup bunu yaşatabileceklerini göstermeye ve bunu kendilerinin de görmesini sağlamaya ihtiyaçları var. Bunun için gerekli altyapıya, tarihe, insan malzemesine sahip olan dünyadaki tek ülke Türkiye.

        Bu potansiyelimizi kaybetmek için elimizden geleni yapıyor olsak da yine de o potansiyel hâlâ daha var. Biz yeter ki bunu gerçekleştirmeye niyet gösterelim ve gereken yaratıcılığı ortaya koyabilelim.

        Türkiye bunu yaptığı takdirde yani modern, seküler, özgürlükçü, Müslüman bir demokrasi olunabileceğini kendisine ve dünyaya gösterdiği zaman, işte ancak o zaman birçok liderin özlediği hayal gerçekleşecek ve Türkiye dünyanın en güçlü ve saygın ülkeleri arasında yer alacak.

        Diğer Yazılar