Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        UZUN zaman yurtdışında olanların duyduğu özlemle döndüm Türkiye’ye. Özlemimi gidermem bir saatimi aldı. Bırakın özlem gidermeyi, o bir saat sonunda buradan hemen kaçmak gerekir kıvamına gelmiştim.

        Saatin sonuna yaklaşırken ilk önce klostrofobi bastı, sonra panik ataklar geldi, en sonunda da iyice delirme noktasındayken pes ettim ve gazete okumayı bıraktım. Evet bütün bunlar sadece gazete okuduğumdan oldu. Bir de üstüne televizyonda tartışma programı izleseydim, şu anda tımarhanenin tehlikeli hastalarının kapatıldığı bölümde “misafir” ediliyor olurdum herhalde.

        Bizim gazeteyle başladım okumaya tabii ki. Ülkede olup biteni gayet güzel vermişler, ama asıl sorun olup bitende. Olup bitenler son derece anormal olduğundan gazetenin de bunun dışında kalmasına imkân yok.

        Okudukça, “Neden bu ülkede doğmuşum, neden böyle şeylere muhatap olmak zorundayım?” diye düşünüyorsunuz.

        Olan biten beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Düşünsenize o gün koskoca gazetede duygusal bağlantı kurabildiğim tek haber, Joe Cocker’ın yaşamını yitirmesiyle ilgili olan haberdi. Diğer bütün haberler bana teferruat gibi geliyordu.

        Sonra kazayla kendi yazımı da okudum. Yazanın adını kapayıp okusaydım, onun kesinlikle kafayı yemiş olduğunu düşünürdüm.

        Düşünsenize ülke çoktan bitmiş, koskoca medya dünyası “Cemaat’in kötü olduğunu söyleyenler ile Cemaat’in iyi olduğunu söyleyenler” diye absürt bir biçimde ayrılmış. Ve ben, yani olan bitenden kopmaya, duygusal bağlantılarını koparmaya çalışan bu zavallı arkadaşınız, yaşananlardan kendime vazifeler çıkararak ülkenin aslında iyiye gideceğini anlatmaya çalışmışım.

        Akla gelmesi bile komik olan bu düşünceyi savunan bir insanın eline bırakın kalem vermeyi, onu atılması gereken tımarhanede diğer hastaları olumsuz etkilememesi için tecrit etmek bile gerekir bence.

        O bir saat sonunda artık siyaset yazmamaya karar verdim. Hem bu kararımı anlatmak, hem de taziyede bulunmak için yayın yönetmenimizi ziyarete gittim. Ülke öldüğü için taziyede bulunmak istiyordum.

        Bu ülkede, bu dönemde yayın yönetmeni olmak bir tür intihardır. Ben, yayın yönetmenimi 4 aydır görmüyordum. Onun çoktan ölmüş olmasını bekliyordum; hayli dayanıklı çıktı ve ölmedi diyelim, bu ülkenin ve siyasetin onu çoktan çökertmiş, mahvetmiş olması gerekiyordu.

        Ama baktım çok da iyi görünüyor; kendisine bakmış ve neşeli bile. Aslında bütün bunlar onun çoktan delirmiş ama bunu gizlemekte olduğunu gösteriyordu. Çünkü bu ülkede yayın yönetmeni olup da bu işten sağlam çıkabilmek bence imkânsız. Ölmeden bu işten çıkanlara bir bakın; ben, Ertuğrul ve Fatih hepimiz son derece tuhaf insanlar olduk. Bizler aslında sakat insanlarız.

        Beni biliyorsunuz, halimi hiç anlattırmayın, bana zombi diyebilirsiniz. Ertuğrul’un nasıl delirmiş olduğunu daha önce yazdım. Fatih ise bir başka âlem. O gün gazetede futbol dünyasıyla ilgili görüşleri vardı. İtiraf etmeliyim, Fatih’in görüşleri yıllardır birinci sayfadan anonslanır, ilk kez ilgilenip içeriye geçtim, okudum dediklerini.

        Bir hakemden bahsediyor, onun yakışıklı olmasının bir avantaj olduğunu söylüyor. Bazen insanların aslında kendilerinde olmadıkları, tuhaflaştıkları detaylarda bellidir. Genele bakarsanız tamamen normal gibidirler, ama aniden tek bir cümle ediverir, siz de “Hayda bu da kafayı yemiş” dersiniz.

        Bir hakemin yakışıklı olması neden bir avantaj olsun ki. Her tarafı kapalı bir sahada, 22 testosteronu yüksek genç adamın ortasında yakışıklı olmak, olsa olsa büyük bir dezavantaj olur değil mi. Neden bahsetmekte olduğumu hâlâ anlamadıysanız beni sinirlendirmeyin; bir anlatmaya başlarım sonra da pişman olursunuz. Benim ağzımı açtırmayın, hiç tavsiye etmem.

        Neyse, bizim yayın yönetmeni de o görüşmemizde aslında durumunun göründüğü kadar hoş olmadığını gösteren bir şey yaptı. Ben oturur oturmaz karşıdaki otelin bir odasında yatağın göründüğünü ve odanın loş ışıklı olduğunu fark ettim. Bu görüntü bana evlilik dışı ilişki çağrıştırdı.

        Ona bundan bahsettim, hatta o gün konuştuğum tek konu bu oldu, ama baktım ki onun bu görüntüden haberi bile yok. Bütün bu anlattıklarıma karşılık kendisinin aslında bir roman yazmak istediğini söyledi ve onun hakkındaki kararım da netleşti.

        Özetle, bundan sonra elimden geldiğince siyasetten, bu absürt ülkenin absürt gündeminden kaçınacağım. Bunun acısını nasıl atlatacaksınız bilemiyorum, ama kararım böyle.

        Diğer Yazılar