Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aday filmler açıklanıp ödül gecesi yaklaştığı günlerde, dostlar arasındaki Oscar sohbetlerinde hemen her yıl aynı sözü tekrarlamaya başladım. “Nerede o eski filmler, o eski Oscar törenleri” diye özetlenebilecek bu ruh halimi dostlar yaşlılık belirtisi ve gereksiz nostalji olarak nitelendiriyor. Ayrıca şimdi de çok iyi filmler yapıldığına dikkat çekiyorlar.

        Ben bunu reddetmiyorum, ama Hollywood’un 1970’ler ruhu denilen bir şey vardı, o kültürel bir dalgaydı.

        1970’in başından başlayıp neredeyse 15 yıl kadar süren zamanda Hollywood birbiri ardına öylesine muhteşem filmler, yeni yönetmenler, yeni starlar çıkardı ki dünyanın karşısına, olağanüstü bir yaratıcılık, bir kalite ortamı oluştu. Evet şimdi de kaliteli filmler yapılıyor ama o günlerdeki sürdürülebilir kalite ortamı artık yok.

        Bizi şaşırtan, deyim yerindeyse aklımızı başından alan filmler yok. Bu yıl bence Boyhood oldukça değişik bir deney olarak algılanıyor. Bu durum, filmin uzun çekim süreciyle de ilgili bir yaklaşım olmalı.

        Yine bence “Gone Girl”, bu yılın en heyecan verici filmlerindendi. Bu tür istisnalar hep oldu ve olacak, ama benim 1970’li yıllar için dediğim, orada “istisnaların kural olduğu”ydu. Ne demek istediğimi lafı uzatarak anlatamayacağımın farkındayım.

        O zaman izin verin, size o dönemde gösterime giren filmlerle ilgili kısa bir liste sunayım da kendiniz bu listeyi son yıllardaki film listeleriyle karşılaştırın.

        O zaman inanıyorum ki ne demek istediğim net biçimde ortaya çıkacak. 1967 yılında ilk önce “Bonnie and Clyde” ve “The Graduate” çıktı ortaya.

        Bunlar film dünyasında deprem yarattılar. Sonra 1968 yılında “2001: A Space Odyssey” ve “Rosemary’s Baby” gösterime girdi. “Midnight Cowboy” ve “Easy Rider” da 1969’da çıktı bizlerin önüne.

        “Five Easy Pieces” 1970’te, “French Connection”, “Carnal Knowledge”, “The Last Picture Show” 1971’de, “The Godfather” da 1972’de geldi.

        Bu üç-dört yıldaki patlamadan sonra yönetmenler, yeni aktörler 1970’ler boyunca adeta harikalar yaratmayı sürdürdüler. Peter Bogdanovich, Francis Ford Coppola, Warren Beatty, Stanley Kubrick, Dennis Hopper, Mike Nichols, Woody Allen, Bob Fosse, John Cassavetes, Alan Pakula, Paul Mazursky, Hal Ashby, William Friedkin, Martin Scorsese, George Lucas, Brian de Palma...

        Bu yönetmenler teorisini de tartışarak filmde deneyler yaptılar, korkusuz deneysel kameralarıyla bizleri her gün şaşırtarak üretmeyi sürdürdüer. Ve Mean Streets, The Conversation, Taxi Driver, Raging Bull, Apocalypse Now, Jaws, All That Jazz, Annie Hall, All the President’s Men, Star Wars gibi filmler 10 yıllık bir sürede birbiri üstüne çığ gibi yığılmaya başladılar.

        Ben hatırlıyorum da o yıllarda New York’ta bulunma şansını yakalamış bir genç olarak nasıl da her hafta heyecanla yeni filmlerin gelmesini beklerdik.

        The Village Voice’un sayfalarında, Pauline Kael ile Andrew Sarris arasındaki film teorisi üzerine büyük “auteur” tartışmasını heyecanla okur, bunu kafelerde ve okullarımızda tartışırdık.

        Anlayacağınız, sinema o dönemde bir kültür hem de üst kültürdü.

        Bugün ise ben ne yazık ki bu keyfi artık bulamıyorum. Bu yüzden de artık Oscar’lar beni heyecanlandırmıyor.

        Diğer Yazılar