Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son günlerde Miley Cyrus’a takmış durumdayım. Hatta ona biraz âşık da oldum galiba. Paul Simon’un muhteşem “50 Ways to Leave Your Lover” şarkısını Miley Cyrus’tan dinlemek gerçekten de büyük sürprizdi benim için.

        İtiraf etmeliyim ki onun sesinin bu kadar güzel, bu kadar karakterli olduğunun bu şarkıyı dinleyinceye kadar farkında değildim.

        Hatta gözlerim kapalı dinlerken bir ara sanki Billie Holiday kalitesini duydum gibi geldi.

        Tam ona takmışken internet âleminde oynanan kötü şaka beni hayli korkuttu.

        Bizde de ünlüler için yaparlar ya, bir anda “Miley Cyrus öldü” haberi viral bir şekilde yayılmaya başladı.

        Bunun sadece bir yalandan ibaret olduğunu anlayana kadar gerçekten korktum.

        Çünkü Miley’in sesinden geleceğe yönelik beklentilerim çok fazla.

        Soğuk savaş Rus casus hikâyeleri yine çok revaçta Amerika’da.

        Bu tür romanların ustaları olan John le Carre (Tinker, Tailor, Soldier, Spy) ile Robert Littell’in (The Company) kulaklarını çınlatacak bir gelişme bu.

        Amerikan televizyonlarında şu anda büyük ilgiyle seyredilen casus dizilerinin ikisinde de birbirine benzer konular var.

        Amerika’da uykuya bırakılmış ve aynen Amerikan aileleri gibi olan Rus ajanları, bir gün göreve dönüyorlar ve casus anne-babanın başı, Amerikalı olan çocuklarıyla belaya giriyor.

        “The Americans” FX kanalında oynuyor, “Allegiance” ise NBC kanalında.

        İkisinin de tempoları yüksek, ikisi de insanı ekrana kilitliyor.

        Umarım kanallarımızdan biri, bu dizilerin gösterimine girer ileride, zira bizde de seyircisinin hayli fazla olacağına inanıyorum.

        Bu arada Rus istihbarat örgütünün ajanları, New York’ta Amerikan genç kızlarını casus yapmak için çalışırken FBI tarafından yakalandı ve tabii ki bu da kanallarda oynayan casus dizilerinin seyircisini artırdı.

        Alan Turing’in hayatının anlatıldığı “Imitation Game”de önemli bir detay vardı, dikkatinizi çekti mi bilemiyorum.

        Bu detay bana çok ilginç geldi doğrusu.

        Atatürk gibi Churchill’in zekâsına, birikimine, bilgisine zaten hayrandım; bu filmden sonra ona saygım daha da arttı. Filmin başında insanlar, Turing’in projeden atılmasını istemektedir.

        Turing’in ise bazı karşılanmayan talepleri vardır.

        Müdürler onu sevmemektedir. Çaresiz kalan Turing, Londra’ya gidip Churchill’in çalışma mekânının kapısına dayanır.

        Ona bir mektup yazmıştır.

        Churchill bu mektubu okur okumaz, sadece buna dayanarak Alan Turing’i müdür tayin eder.

        Onunla anlaşamayan herkesi de geri plana çekip Turing’in yolunu açar.

        Yani anlayacağınız, evet Turing “Enigma” kodunu çözmeseydi İngiltere savaşı kazanamazdı, ama bu savaşı asıl kazanan yine Churchill’di.

        Filmin sonuna yakın belgesel bölümün gösterildiği anda Churchill’e baktım, halka konuşma yaparken bile ağzında o meşhur purosu vardı.

        Puronun kıymetini bilen liderlere daha fazla hayran oluyorum.

        Fidel’i de bu yüzden severim zaten.

        Diğer Yazılar