Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yılmaz Özdil geçenlerde “Suriye’ye girer miyiz” başlıklı bir yazı yazdı. Yazının genel havasını vermek için sadece şu alıntı yeter: “32 sene boyunca 10 gazete, 2 televizyon kanalında çalıştım. Henüz ‘Sınıra sevkıyat devam ediyor’ haberini yazmadığım gazete-televizyon olmadı. Türk basınında bugüne kadar 75 bin kere filan ‘Sınıra sevkıyat devam ediyor’ manşeti atıldığına göre sınırlarımızda kaba hesap 5 milyon tank, 145 milyon askerimizin yığılmış olması gerekiyor.”

        Yılmaz bunları anlattıktan sonra ayrıca astroloji yazıları da yazdığını söylüyor. Anladığım kadarıyla o kendi meslek yaşamının çok aykırı, çok eğlenceli olduğunu zannediyor. Bu yanılgısı sürmesin diye ben kendi meslek yaşamımdan anıları anlatmaya karar verdim.

        Olmayan haberler yazmak konusunda bir defa uzmanımdır. Beni buna genel yayın yönetmenleri sürükledi aslında. Ben basın camiasına girdiğimde masum ve fakir bir gençtim, ama onlar potansiyel suçlu ve zengin adamlar olarak bana olmayan haberleri yazdırdılar.

        Bir defasında o anda Ankara’da bulunmayan bir askerle fotoğraflı mülakat yapılması istendi. Fotoğraf da istemeselerdi mesele kalmayacaktı; oturup roman yazar gibi yazıp kurtulacaktım bu işten. Ne yapacağımı kara kara düşünürken ve bir istihbarat şefi olarak yaşamımın sona erdiğine de kendimi alıştırmaya çalışırken, ilerideki masadan o güne kadar benimle, hatta kimseyle konuşmayan bir adam ayağa kalktı ve nedense gülümseyerek yanıma doğru yürümeye başladı.

        İnsanlardan tiksindiği için sessizmiş, oysa ben onu sağır ve dilsiz sanıyordum. Yürüyüşü de bir tuhaftı. Çağanoz gibi yürüyordu. Bu Ankara bıçkınlarının, tahrik oldukları kadına yaklaşırken tutturdukları yürüyüş stiliymiş. Ben “Bu adam sakat mı?” diye sorunca bunu sonradan anlattılar.

        Neyse, adam bir dakikada yürünecek yolu yarım saatte yürüyerek yanıma geldi. “Bir sorun mu var anam?” diye sordu. Yanağımdan da bir makas aldı. Bir gazetecinin, amiriyle konuşması açısından pek örnek alınacak bir adam değildi yani.

        Çözümsüz olduğunu düşündüğüm sorunu anlatınca, bana gülümseyerek bir başka adamı gösterdi. “O var ya, fotoğraflı yapar bu haberi” dedi. Ben, “Ama nasıl yapabilir ki, fotoğrafı çekilecek adam burada değil?” diye sordum.

        O da, “Zaten burada olsaydı onun yardımına gerek kalmazdı” diye cevap verdi. Neyse, bütün bunların sonunda ikisi aleyhimde konuşarak gazeteden çıktı ve iki saat sonra fotoğraflı bir mülakat masamdaydı. Bunu nasıl yaptıklarını korkumdan soramadım; gerçeği duymak istemiyordum.

        Meyhanede geçirdikleri o iki saatten sonra yaptıkları haber ertesi gün manşet oldu ve benim gazetedeki prestijim arttı.

        Bir başka sefer, o adamlardan biri dışarıya çıkarken önüme, üzerinde “Eğer bu defa ölürsem cenazemle sen ilgilen” yazılı bir not koydu. Ben, yapacağı haberin tehlike içerdiğinden böyle yazdığını sanırken meğer o bunu metresine gittiği için yazmış.

        Yılmaz ayrıca astroloji de yazdığını söylüyor. Hepimizin yaptığı böyle ikinci işler vardır. Örneğin, ben bir erkek dergisine Kurthan (Fişek) Hoca ile birlikte seks mektuplarını yazardım. Kurthan Hoca, işin normal seksle ilgili bölümünü devralmıştı, ben ise sapık fetişistik cinselliği yazıyordum. Ben normal seksi, Alman pornosunun “Ja ja ich komme’ ekolü diyerek aşağılardım; sapıklık benim normalimdi ve aslında o mektuplarda kendi deneylerimi yazıyordum.

        Bunun dışında ölülerle mülakatlar yapıldı. Amerika Teksas’ta fotoğrafı çekilen bir Mormon’un fotoğrafı, Sivaslı dini bütün bir dede olarak bile yayınlandı. Bütün bunlar olurken hepimiz çok soğukkanlıydık, bugünün deyimiyle cool’duk yani.

        İşin özeti, Yılmaz Özdil ile 32 yıl önce aynı gazetedeyken tanışmış olmak isterdim. O astrolojiyi, ben de seks hikâyelerini yazardım, gül gibi geçinip giderdik.

        Diğer Yazılar