Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu ülkenin güçlüleri ve iktidarları acaba her gazetecinin Oray Eğin gibi olmamasının kendileri için ne büyük bir şans olduğunun farkındalar mı? Çünkü herkes onun gibi olsaydı, olabilseydi işleri bayağı güç olurdu.

        kalmaktan korkuyoruz, bu korku hayatımızı ve mesleğimizi yapış biçimizi engelliyor. Bizi güçlülere boyun eğdiren, ilkelerimizden taviz verdiren de bu korkumuz. Yani çoğunluğumuz Oray Eğin gibi yaşayamıyoruz. O, bu korkulardan muaf.

        Bizlerden çok cesur olduğundan filan değil bu, yanlış anlamayın. Sadece o kendi ifadesiyle “Dolçe far niente” yani hiçbir şey yapmamanın keyfini çıkarabilecek tatlı aylaklık yaşayabilecek şanslı bir insan.

        Kendisini maaş bağımlılığından kurtaran kaynakları var. Bir defasında bunu bir yazısında “Ben zengin olmayı tercih ettim” diyerek anlatmıştı. Ben o işin nasıl olduğunu bir türlü anlayamadım. “Bu iş tercihle olsaydı benim şimdi ondan katlarca daha zengin olmam gerekirdi” diye düşünmüştüm.

        Bu biraz şans meselesi. İstisnalar dışında bizim meslekte çalışarak zengin olabilenler fazla değil. Çalışırsak rahat yaşasak da işlerimizi kaybettiğimiz takdirde ailemizi geçindirmek, çocukların geleceğini kurmak imkânsız hale geliveriyor.

        Oray dünkü yazısında işsiz kalma tarihinden anları anlatıyor.

        İlk işsiz kaldığında hiç bunalıma girmemiş. Bunu söyledikten sonra “Çok garip” diyor buna. Bence hiç de garip değil; işsiz kalma koşullarına bir bakarsak neden garip olmadığını anlarız. İlk işsiz kaldığında cebindeki son parayla balzamik sirke ve LA Confidential filmini satın almış. Ne yaptı yani film seyrederken balzamik sirke mi içti acaba? Bence onun yerine kaliteli bir şarap alsaydı daha iyi olacaktı.

        Bu, hem cebindeki paranın gerçekten son para olmadığını gösterir ve bankaya gidinceye kadar olan son parayla yapılan bir iştir hem de işten atıldığında bir gün sonra evine, ailesine nasıl ekmek getireceğini düşünmeye başlayan insanlara yapılan bir hakarettir.

        Diğer bir seferinde İstanbul’un en popüler teraslarından birinde şeftalili daiquiri içiyormuş, hem de 10 adet.

        Diğer seferler çok daha fantastik: Birinde Amsterdam’da kiraladığı kanal evin merdivenlerinde diğerinde ise Gökova’da teknedeyken işten kovulma konuşmasını yapmış.

        Koşullarından anladığım kadarıyla Oray maaş bağımlılığı olmayan ve maaş olmasa da rahat ve güzel yaşayabilen bir insan.

        Gazetesinden atıldığı ve Amerika’ya gideceği belli olduktan sonra, bunu yapabildiği için çok sevinmiş hem de ne kadar şanslı olduğunu düşünmüştüm.

        Okuyucuların bizler hakkında yanlış düşünceleri var.

        Bana sıkça nasıl dayandığım soruluyor, “Neden gerçekleri yazmıyorsun?” deniliyor. “Neden cesur değilsin? İnsan gerektiğinde kapıyı arkasından vurup gidebilmeli” diyorlar. Bunları söyleyenler kendi hayatları hakkında hiç düşünmeden konuşanlar. Sanki onlar aileleri ve çocukları için kendi işlerinde hiç tavizler vermiyorlar; arada bir ilkelerine aykırı davranmıyorlar; mecburen de olsa bazen yanlış olduğunu bildikleri işlere girmiyorlar da bizim öyle davranmamızı talep edebiliyorlar.

        Bu galiba medyada olmamızdan kaynaklanıyor. Bu meslek Ortega y Gasset’in dediği gibi, bizlere kamusal alanda bir asilzade gibi dolaşma imkânı verdiğinden buna bakarak işten atılsak da bizlerin aynı hayat tarzını sürdürebilecek kaynaklara sahip olduğumuzu sanabilirler.

        Keşke böyle olsaydı, keşke hepimiz Oray ve onun gibi olanların şansına sahip olabilseydik. O zaman, iktidarlar da okuyucular da gerçek gazeteciliğin ne olduğunu göreceklerdi.

        Türkiye’de iktidarlar hep şanslıydı. Okuyucular ise aynı durum nedeniyle şanssızlar, çünkü bizler bu korkumuz nedeniyle yapmamız gerekeni yapamayan insanlarız ve çoğumuzda işsiz kalmak korkusu gayet tabii ki var.

        Akşam Gazetesi’nde yayın yönetmeniyken bir gün masama ben yokken Alain de Botton’un “Statü Endişesi” adlı kitabı konulmuştu. Başlık, buradan çağrıştı.

        O kitabı masama kimin koyduğunu bulamadım, ama kuşkum bunu yapanın ya Oray ya da Ahmet Tulgar olduğuydu. Odama rahatlıkla giren ve böyle hınzırlığı düşünebilecek o ikisinden başkası olamazdı.

        O gün de yanılıyorlardı hakkımda, benimki “statü endişesi” değil yine “işsiz kalma korkusuydu”. İşte bu yüzden 3 yıla rağmen kendimi yayın yönetmenliği yapmış olarak kabul etmiyorum; bugün de kendimi bir köşe yazarı olarak görmüyorum.

        Diğer Yazılar