Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, 17 yaşımdan bu yana kendi içimde demokrat olma savaşı veriyorum.

        İlla da demokrat olunması, demokrasiye inanmak gerektiği, kapitalizmin yarattığı en güçlü mahalle baskısıdır. Oysa dürüst olmak gerekirse ben ne demokratım, ne de demokrasiye inanırım.

        Bunu itiraf etmek, sistemik mahalle baskısı nedeniyle ayıp, şoke edici bulunur.

        “Bu da söylenir mi, yakışır mı?” türünden tepkileri tetikler.

        Aslında birçok insan benim gibidir, ama iş konuşmaya gelince kimseden daha büyük demokrat yoktur, herkes demokrat olarak esip gürler.

        Benim gibi kendisi hakkında doğruyu söyleyip “Demokrasiye inanmıyorum” diyenler, onları ürkütür; çünkü kendi gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalırlar.

        Ben kendimle yüzleştim ve hakkımdaki gerçeği bugün söylemek, beni okuyanlara bir borcumdu, bunu yerine getiriyorum.

        Bence yazar olarak kamusal alana çıkmanın kaçınılmaz şartı da budur. Kendiniz hakkında yalan söylemeyeceksiniz, neyseniz onu açıklıkla ortaya koyacaksınız.

        Bu açıdan Türkiye’de gündelik yazı yazanlar, bir yalancı ordusudurlar.

        Hiçbir şekilde kalplerinden gerçekten geçeni itiraf edemiyorlar, yalanlarını demokratlık veya demokrasi palavraları arkasına saklıyorlar.

        Çoğu, savunduğu fikirlerin kitapta yazılı olan demokrasi fikriyle bile çakışmadığının farkında değil. Farkında olsa bile bunu hem kendinden hem de okuyucusundan saklayıp onları kandırıyor.

        Ben kendimle 43 yıldır savaşıyorum.

        “Demokrat olmak gerekir” diye kurulan toplumsal baskıya, mahalle baskısına yenilmiş bir insan olarak “Ben de demokrat olmalıyım” deyip kendimle mücadele ettim. Artık 60 yaşındayım, gerçekliklerimle yüzleşmenin zamanı çoktan geldi de geçti bile.

        Evet insanları sevmem, insanlar hakkındaki düşüncem aynen Arthur Schopenhauer’inki gibidir.

        Bu dediğim açık değilse bir zahmet alıp okuyun adamın kitaplarını. Bu kadar felsefeden uzak ve okuma özürlüsü toplum olmamıza rağmen büyük filozofların tüm eserleri Türkçe’ye mükemmel çevrilmiştir.

        Schopenhauer de her demokratın okumasına açık ve elverişlidir.

        Tek tek insandan hoşlanmazken, onların bir araya gelip meydana getirdikleri oluşumdan da hoşlanmam için ortada hiçbir neden yok. Demokrasi ise benim için korkunç olan bir şeyi yapmaya ve sevilmesi mümkün olmayan birtakım kalabalıklara mutlak güç vermeye çalışıyor.

        Winston Churchill, “Demokrasi aleyhine tek bir argümanınız bile yoksa, bunu edinmek için herhangi bir ortalama seçmenle beş dakika konuşmanız yeter” demişti, ben de ona katılıyorum.

        Bu gerçek görülmeden yaşamak tercih edilince George Bernard Shaw’un dediği oluyor, yani hak ettiğimizden daha iyi yönetilemeyeceğimizin garantisi olan demokrasi ortaya çıkıyor.

        Evet, Türkiye’de bir demokrasi vardır.

        Millet iradesi ise maşallah tam gazdır.

        Bu yüzden kendimle yüzleşmeye, gerçeği söylemeye karar verdiğimden bundan böyle hiçbir oy verme komedyasına katılmayacağım. Kendimi demokrasi oyununun dışına çekiyorum.

        Bu beni iç huzuruna ulaştıracak mı, bunu yaşayıp göreceğim, ama şurası net ki, ben şu anda Türkiye’deki en dürüst yazarlardan biri haline çoktan geldim bile.

        Şu anda okuyucu olarak, “Peki kardeşim anladık demokrasiye inanmıyorsun da o zaman neye inanıyorsun, bunu da söylemelisin” deme hakkınız doğdu.

        Neye inanmadığımı biliyorum, ama neye inandığım üzerine çok düşünmedim. Sadece şunu söyleyebilirim; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla belirlenmiş bir “über hukuk düzeni”nin üstünlüğüne inanıyorum. Çünkü o hukuk düzeninin benim gibi insanlara, çoğunluğa rağmen neye inanmadığını söyleme hakkını verdiğini de düşünüyorum.

        Diğer Yazılar