Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aslında bu bir Don Martin’e saygı yazısıdır. MAD Dergisi’nin büyük sanatçısı Don Martin’i sevdiğim için bir süredir ustaya bir saygı yazısı planlıyordum.

        Kendimi siyaset detoksuna soktuğum için, bugün hiç gereği yokken ve gündemin tamamen dışında olmasına rağmen, belki de birkaç gündür deli gibi MAD Dergisi’nin eski sayılarını okuduğumdan olmalı, yazıyı bugün yazmak zorundayım.

        Don Martin dergide arada bir, “Son derece sıradan bir gün” başlığıyla tuhaf durumları çizerdi. Şimdi bir tanesini hatırlıyorum da adı “Görünmez insanlar kongresinde son derece sıradan bir gün”dü. Çizgi hikâye, bir asansör kapısı önünde başlıyordu. Sadece kapı görünüyordu. İki konuşma balonu vardı ama olay görünmeyen insanlar kongresinde geçtiğinden konuşanlar gayet tabii ki görünmüyordu.

        Bir balonda “İnşallah gelecek asansör kalabalık değildir”, diğerinde “Ben de hiç hoşlanmam öyle tıkış tıkış olmaya, haklısın” yazıyordu. Sonra bir “ping” sesiyle asansörün kapısı açılıyor ve içerisi tabii ki boş görünüyordu. Ama balonlarda “Asansöre binilemeyeceği, içeride iğne atsan yer olmadığı, bu kadar dolu bir asansöre binmenin tehlikeli bile olacağı” yazıyordu.

        Neyse, yine “ping” sesiyle kapısı kapanan asansör gidiyordu. Bekleme sürüyor, bir sonraki “ping”in ardından kapı tekrar açılıyor ve bekleyenlerin diyaloğu başlayıp balonlar yine devreye giriyordu.

        “Yahu bu kongreye ne kadar da talep varmış, bir asansöre rahat binmek bile imkânsızlaştı” şikâyetleri ediliyordu. Hikâye böyle sürüp gidiyor, son “ping”de yine boş görünen bir asansörün kapısı açılıyordu. Bekleyenler, diğer karedekilerle tamamen aynı görünümde olan asansöre, “Sonunda boş asansör geldi, haydi binelim” diyerek biniyor ve hikâye de böyle bitiyordu.

        Benim Don Martin’in son derece soyut çalışan zekâsına ve mizah anlayışına hürmetim, bu çalışmanın ardından artmıştı.

        Şu aralar hem siyaset hem de köşe yazarlığı detoksunda olduğum, kendime yeni işler arayıp, “Acaba soyut mizah yazılarıma dönsem mi?” diye düşünme sürecinde bulunduğum için bugün Don Martin’i yazdım.

        Bir yandan bu kişilik travmalarını yaşarken, diğer yandan kendimin hızla bir köşe yazarı olarak bir “Mandıra Filozofu”na (mandıra köşe yazarı) dönüşmekte olduğumu da görüyorum.

        Örneğin, hem para kazanmaya hem de parasızlığa karşı olan Mandıra Filozofu gibi ben de para hakkında bu görüşlere sahibim. Diğer yandan hem demokrasiye hem de faşizme karşıyım. Bu durumda olan bir insanın aslında mizah yazmaktan başka yapacağı bir şey de kalmamış demektir. Ya da iş değiştirmem lazım. Bu opsiyonu da düşünüyorum cidden.

        Örneğin, hemen şu anda bir diyetisyen olup en azından Canan Karatay gibi meşhur olabilirim rahatlıkla. Hemen her şeyi yiyerek, içkimi de kesmeyerek 25 kiloya yakın verdiğim ve bunu da özel bir formüle dönüştürdüğüm için, sadece bunun yöntemlerini anlatıp bir yazar olarak kazanmamın mümkün olamayacağı kadar para da kazanabilirim.

        Anlayacağınız, soyut mizahla yazarlığa devam etmek ile diyetisyenlik kariyeri arasında kararsız kalmış durumdayım. Öte yandan mutluluk ihtiyacım da artarak sürüyor. Önceki gün Merdiven Baba filmine gittim. Orada bile “Yeterince mutluluk vermiyor” diye filmin sonunu beğenmedim, triplere filan girdim.

        “O polislerin merdivenli arabaya el koymak yerine Merdiven Baba’ya eskortluk edip eve götürmeleri gerekiyordu” diye etrafta beni dinlemek istemeyen insanlara kontrolsüz biçimde konuşuyorum.

        Ruh halim bu durumda. Skype’tan konuştuğum karım, benim artık tamamen delirmiş olduğumu söyledi; oğlum ise artık bir “muselmann” olduğum kanısında. “Muselmann”, Nazi kamplarında aşırı zayıflıktan dolayı iskelet haline dönüşmüş insanlara deniyormuş.

        Anlayacağınız, bir diyetisyen olarak da son derece başarılıyım. (Meraklısına söyleyeyim; hayır henüz ölümcül bir hastalığım bulunmuyor. Bana biraz zaman verirseniz buna da sahip olacağıma eminim.)

        Türkiye’nin durumu nedeniyle mutlu olma ihtiyacımın çok artmış olduğu, yazı yazmak da beni mutlu ettiği için bir süre daha diyetisyenliğe geçiş yapmayacağım galiba. Soyut mizah yazarak mutlu olmaya çalışacağım. Yarın da Don Martin’e saygı olarak onun ekolünden bir yazı yazacağım.

        Şimdilik kararım bu yönde; hem insanlardan pek hoşlanmadığım ve başkaları da beni katiyen ilgilendirmediği için insanları zayıflatmaya uğraşmak da bana aptalca geliyor. Diyetisyenlik de insan sevmeyen birine fazla uygun değil galiba.

        Diğer Yazılar