Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Vay ne filmdi be. Bittiği anda gözlerimin yaşını sildikten sonra sanki üzerimden Türkiye geçmiş gibi hissettim kendimi.

        Bunu deyip, “Mutlaka görün” çağrısı yapıp bitirebilirdim diyeceğimi.

        Ama hayır, bu sadece “Çok güzel” deyip geçilecek bir film değil.

        Üzerinde düşünülmesi, tartışılması ve yakıcı sorunlarımız hakkında konuşmalarımıza vesile olacak bir film bu.

        İyi Müslüman, iyi solcu olmak ne demektir? Solcular ve Müslümanlar olarak hangi arada görüşeceğiz? O arayı oluşturmak için ortak endişe ve kaygılarımızdan hareketle bir paylaşılan hayat oluşturabilir miyiz?

        Hepimizin ortak hedefi olarak “İnsanı yaşatmayı” tanımlarsak o zaman kendi yaşamlarımızdan yola çıkarak iman ile akıl arasında bir senteze ulaşabilir miyiz?

        Bütün bunları tartışmalıyız, bunlar hayatımıza dair cevap bekleyen konular ve İftarlık Gazoz filminde bu soruların hepsine cevap verilmese dahi en azından bir başlangıç var.

        Baştan önce şunu söylemeliyim, bunlar sadece Türkiye’nin değil dünyanın da cevabına acilen ihtiyaç duyduğu sorular. Türkiye’den başka da hiçbir ülkeden gelemez bunlara cevap.

        Türkiye’nin bu konudaki en büyük gücü, Ege ve onun insanlarının inancı ve hayatı yaşayış biçimidir. Güler yüzlü ve insanı her yönüyle kabul edip kucaklayan inanç ve inançlıyı da kucaklayan sol bakış, Ege topraklarında yeşerebiliyor sadece. Çünkü filmde de görüyoruz orada, Ege’de insanlar, inançlarını sonuna kadar, hayatı kendilerine zorlaştırarak değil tersine hayatlarını daha güzel yapmak için, mutluluk için yaşıyorlar.

        Bu bağlamda birkaç sahneden çok etkilendim: Ramazan geldiğinde Cem Yılmaz gazoz mağazasının camını gazete kâğıdıyla kaplıyor ki içerde gazoz içebilecekleri oruçlular görmesin.

        Diğer bir sahnede ise gece maç olduğu için imamdan teravihi ertelemelerini istiyor halk; o bunu yapmıyor ama maçı kaçırmayacakları şekilde hızlandırıyor ibadeti ve sonra imam da dahil hep birlikte maçı seyretmeye gidiyorlar.

        Zaten acılarla dolu olabilecek bir dünyada, hayatımızın akışını bozmadan, mutluluk arayışlarımızı zorlamadan inancımızı da yaşamaya çalışmak... Filmin bence esas teması bu. Bunu bir tek Ege yöresi ve onun halkı kendi yaşamı içinde yapabiliyor ve yönetmen de doğup büyüdüğü yöreyi çok iyi bildiğinden tüm duyarlılığını beyaz perdeye yansıtmış.

        GİŞE REKORUNA DOĞRU

        İftarlık Gazoz’un ilk 3 günlük gişe rakamları geldi. 194 bin 150 kişi seyretmiş filmi. Umarım bu yeterince tartışılması ve üzerinde düşünülmesi için iyi bir başlangıç olur. Ayrıca önceki gün sitemizin (haberturk. tv) en çok tıklanan haberi de bu oldu.

        SOL İLAHİYAT

        Birikim Dergisi bir süredir bizlerin yine aynı dergi çerçevesinde neredeyse 30 yıl önce “Bu önemli” diye tespit ettiğimiz konuya geri döndüler ve “sol ilahiyat” genel başlığı altında birtakım makaleler yayınlıyorlar. Bu çevrede bu tartışılırken film de tam denk geldi. Çünkü bir tanesi yazıda, diğeri ise filmde aynı sorunla boğuşuyor. Gündelik yaşamlarmız içinde hele Egeliysek daha da kolayca, bazı düzenlemeleri yapmak kolay olabilir de bunların teorisi hâlâ daha oldukça zor. Bunun için solun ve inançlıların iman-akıl sentezi üzerine çalışmaları gerekiyor. Filmde de bunun sinyali ramazan orucu ile açlık grevi arasında diyalektik bağ kurularak verilmiş. Açlık grevinde ölünürken son hatırlanan şey de çocukken bozulan ramazan orucu oluyor. “Türkiye daha güzel, daha mutlu bir ülke nasıl olur?” diye düşünen, bunu kendisine sorun eden her insan bu filme gitmeli bir an önce.

        AHMET HAMDİ TANPINAR

        İftarlık Gazoz filmini izledikten sonra Tanpınar’ın lafı aklıma geldi:

        “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor” demişti Tanpınar. Bu laf, akıl defterimde yazılı, “Yeri gelince kullanırım” diyordum. Bence yeri şimdi geldi, çünkü çok önemli sorunlarımız var olmasına rağmen bunları çözmek için yeterince potansiyel de var bizde. Yeter ki üzerinde düşünelim, sakince tartışalım, çözemeyeceğimiz hiçbir konu yok. Ancak bu ülke gerçekten de bizlere kendimizden başka bir şeyi düşünme fırsatını vermiyor. Sonunda kaybeden biz olduğumuz kadar ülkemiz de kaybediyor. Her şeye rağmen öncelikle sakin düşünmek ve tartışmak, ortamını ve koşullarını yaratmak için bilinçli bir gayretimiz olmalı.

        FİLM ÖNCESİ REKLAMLAR

        Para kaynağı bulununca sonuna kadar sömürülüyor. Zor koşullar altında çalışmak zorunda olan yaratıcı insanlar açısından anlaşılabilir ve hoşgörülmesi gereken bir tavır bu.

        Dizi sürelerinde de bu oldu. Global standartlarda 45 ile 60 dakika olması gereken diziler, “Prime time’ı tamamen doldursun, daha çok para kazanılsın” denilerek uzadıkça uzadı. Sonunda belki para kazanıldı ama lüzumsuz uzamalar nedeniyle hem kalite düştü hem de oyuncular neredeyse yorgunluktan düşecek hale geldiler.

        Ayrıca filmler öncesinde de reklam süreleri uzadıkça uzadı. Bu global trend, ama Türkiye yine en abartan ülke konumunda. 25 dakikaya çıkan reklam film öncesinde vardı, arayı da boş bırakmamışlar bir 10 dakika da orada. Kazansınlar tabii ki, güzel projeler belki sadece gişeyle finanse edilemiyordur.

        Ama biz seyircilerin de sabrını fazla zorlamamak gerekiyor değil mi?

        Diğer Yazılar