Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Amerika’nın Seattle şehrinden New York’a uçuş 5 saat sürüyor. Bu bir iç hat uçuşu ama sadece adda böyle. Uçuşu daha kolay geçirmek için önceden kendime okuma malzemeleri toparladım. En başta da Financial Times’ın pop-kültür konusunda harikalar yaratan hafta sonu edisyonu vardı.

        Birinci sayfasında “Love Actually” (Gerçekten Aşk) başlıklı bir yazı vardı. O güne kadar hiç görmediğim bu şehri, çok önceden seyretmiş olduğum “Sleepless in Seattle” filminin etkisinde gezdiğimden midir nedir bilemiyorum ama aşk konusuna duyarlılığım da vardı. Bu yazıyı okumayı bu yüzden heyecanla bekliyordum.

        Uçuş başladıktan sonra içkimi söyledim ve okumaya başladım. Sıradan bir yazı beklerken baktım ki bir şaheserle karşı karşıyayım. Çok etkileyici, çok güzel yazılmış bir yazıydı. Yazarına da dikkat etmemiştim önceden. Okudukça, “Bu yazarı bundan böyle çok iyi takip etmem gerekiyor” diyerek birinci sayfadaki imzaya baktım. O şaheserliğin, o güzelliğin nedeni hemen belli oldu. Yazar Alain de Botton’muş. O imzayı görünce yazı gözümde bambaşka anlamlar kazanmaya başladı. Aslında basit bir önerme ileri sürüyor Alain de Botton, ama bilgili, birikimli, felsefi bakışlı bir yazar olduğundan basit önermeler bile onun elinden son derece anlamlı ve güzel olabiliyor.

        AŞK ÜZERİNE FİLM VE ROMANLAR

        Yazısında “aşkın oluşumu ve yaşanması” üzerine olan romanları ve filmleri ele almış. Diyor ki: “O ürünlerde anlatılan aşk, son derece romantik ve gerçek dışı bir aşkı anlatıyor.”

        Çünkü onlar, iki insan arasındaki aşkın oluşum süreçlerini anlatıyor. O anlar, iki insanın da içindeki duyguların zirveye vurduğu ve hayatın bizlere yüklediği tüm rutinlerin, anlamsızlıkların, can sıkıcılıkların askıya alındığı, geri plana itildiği anlardır. Yani sadece bu sürece konsantre olunduğunda aşk oralarda anlatıldığı gibi insanın içini sıcaklıkla doldurur, bizlere diğer her şeyi unuturur.

        Bu da çok normaldir. Ama aşk üzerine bütün filmler ve romanların neredeyse tümü, flört dönemi bittiğinde, yani iki taraf âşık olup birbirlerini kabul ettiklerinde sona erer. Halbuki gerçek aşkın testi işte o andan sonra başlar.

        Birbirinize âşık olduğunuzu kabul edip deklare ettikten sonra asıl gerçek yaşam başlar. Bir arada oturmaya, nişanlanmaya ya da evlenmeye karar verirsiniz. Flört, karşınızdakini aşkınıza ikna etme süreci sona ermiş, romantizm bitmiştir. Hayat bütün sorunları, acımasızlığı, gündelik mutsuzluklarıyla üstünüze gelmeye başlar.

        Romanlarda ve filmlerde aşkın oluşumunun bu tarafı ihmal edilmektedir. Ama asıl aşkın oluşumu bu bölümdedir. Birey olarak ve âşık olduğunuz insanla, gündelik mutsuzluklarla nasıl baş edeceğinizdir aşkın gerçek anlamı.

        Alain de Botton, yazısında birçok roman ve film adı da veriyor. Beni çok mutlu eden ve duygularıma gerçeklik testi de uygulayan bir yazıydı bu.

        Alain de Botton, romantik olmayan bir aşk romanı yazmış, bu yazı da oradan çıkmış. Romanın adı “The Course of Love”, İngiltere’de çıkmış piyasaya, Amerika’da 14 Haziran’da kitapçılarda olacak. Alain de Botton konuyla ilgili schooloflife.com’da 4 Mayıs’ta bir konuşma yapacak. Bu romanı heyecanla bekliyorum.

        GAME OF THRONES PORNOSU

        Tıklama trendlerini ve izleme alışkanlıklarını takip eden kuruluşlar, beni çok şaşırtan bir araştırma sonucu yayınladılar. Game of Thrones yeni sezonuna başlamadan önce hayran kitlesinin heyecanı da doğal olarak arttı tabii. Ama bu kitlenin önemli bölümü, diziyi porno boyutuyla ele alıyormuş. Ya dizi karakterlerini pornografik sayılabilecek sitelerden izliyorlarmış ya da Game of Thrones temalı pornografiye ilgi duyuyorlarmış.

        Yeni sezon başlamadan önce bir porno arama sitesinde Game of Thrones temalı porno arayışı yüzde 370 artmış. Bunun yanında dizinin gerçek sitesine ilgi artışı ise sadece yüzde 4 düzeyinde kalmış. Daha önce dedim ya, seks insan beyninin karanlık deliğidir, bu karanlık deliği de tam anlamak mümkün değil.

        İLK STARBUCKS

        Dünyada ilk açılan Starbucks dükkânı da Seattle’da bulunuyor. Şirketin merkezi de burada zaten. Mükemmel espresso macchiato arayışımı orada da sürdürmek zorundaydım. İlk dükkân, Downtown’daki otelimize 15 dakikalık yürüyüş mesafesindeydi. Şehrin hâlâ 20’nci yüzyılın ortalarındaymış görüntüsü veren bir açık hava alışveriş yeri var. (Hatta orada ben 19’uncu yüzyıl romanı atmosferi de gördüm). Hâlâ ilk açıldığı günkü görünümünü koruyan Starbucks da bu bölgedeydi. Sabah kahvemi burada içecektim.

        Dükkân eski olduğu için fazla modern dükkânlarda bulunan yiyecekler burada bulunmuyor, sadece kahve veriliyor. Neyse yakınlarda çok fazla pastane vardı, onlar da eski görünümlüydüler. Bir adet atıştırmalık aldıktan sonra dükkâna girdim ve espressomu söyledim. Kahveden de dükkândan aldığım tadı almayı bekliyor, her şeyin daha güzel olacağını düşünüyordum, ama ne yazık ki espresso macchiato son derece sıradandı. O dükkânda olmak yine de bana tarihi bir iş yapıyormuşum duygusu verdi. Düşünsenize, burada ilk dükkânı açtıktan ve her şeyi burada denedikten sonra dünyaya yayılıp global bir güç oldular.

        Diğer Yazılar