Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gezi protestosunun başında, “İşler bu aşamada kesilirse, bu noktada makul düşünce baskın çıkarsa bu işten ülke ve demokrasi kazanır” diye düşünmüş ve bir an için umutlanmıştım. Çünkü barışçı, sessiz protesto o seviyede kalabilseydi, orada bitirilseydi her şey, hem gençler hem de bu ülkede modern bir demokrasi isteyen herkes zafer kazanacaktı.

        Ama bu olmadı ve provokatörler devreye girdi. Gençliğin deli yüreğine hitap ederek kendi beceremedikleri kahramanlık duygularını (Bu insanlar neredeyse her zaman korkaktırlar, cesaretlerini kendi hayal dünyalarında yaşarlar) onlara uzaktan fısıldayan fırsatçılar her zaman olmuştur.

        RANT YİYORLAR

        Geçmişte aslan gibi gençleri hapislerde çürütenler, onları idam sehpalarına götüren sahte ve ucuz devrimci provokatörler hep vardı. Bunlar Türkiye’nin kaderi gibidirler, ellerini gençliğin deli yüreğinden hiç çekmezler. Yüreği isyan duygusuyla dolmuş kişilerin makul düşünmeye, makule yönlendirilmeye ihtiyaçları olduğu halde bu insanlar sadece kendi tatminleri ve reklamları için onları daha da isyankâr yaparlar ve herkesi tehlikeye atarlar.

        Nitekim Gezi Parkı’nda da öyle olmuştu. Daha başlardayken parkta makulü arayıp bulma umudu olan protestocu gençler, işi belki o aşamada “zaferle” bitirecekken devreye provokatörler girdi. Kin ve nefretin saçılma yolu olan sosyal medyada mesajlar atarak o gençleri daha fazla isyana, acıya ve gözyaşına götürdüler.

        Bu tiplerden Türkiye’de hayli var. Çoğundan hiç hoşlanmam. Gezi protestosunda da devreye girdi, gençleri daha çok tahrik etti.

        Bunlar galiba hayatın romantik bir roman gibi yaşanmadığını anlamakta zorlanıyor. Kendileri için iyice düşünüp, planlayıp oluşturduğu güya isyancı yürek imajı çerçevesinde hayat ile gerçeklik bağını tamamen koparmış gibiler.

        Islak bakışlar, romantik ve duygusal tavırlarla güçlendirilen bu ucuz, suni kişilikler, her defasında sokağa çıkmaya teşvik edilenler üzerinden bir şekilde rant yiyorlar. Ya olaylar sürerken uzaktan liderlik taslıyor ya da sonrasında olayın belgeselini çekerek para kazanma imkânı arıyorlar.

        TOPLUM ZARARLILARI

        Bir süredir kendi isyankâr, romantik imajlarını güçlendirme faaliyeti içindeydiler, yani topluma zararları daha azdı. Ama şu aralar tekrar ön plana çıkma fırsatı doğduğunu görmüş olmalılar ki yine tahrik edici rolünü oynamaya başladılar.

        Zaten sokaklar yeni bir Gezi benzeri protesto tehlikesinin eşiğinde dolaşıyor, her gün bu konuda yeni tahrikler oluyor, ıslak gözlü ve romantik bakışlı yiğitlerimiz yine devreye girdiler.

        İnşallah bu yalanları gençlerimiz bu defa yutmaz, geçmişte yaşananlardan ve bu kişilerin yol açtığı büyük acı ve gözyaşlarından dersler çıkarıp onları ciddiye almazlar. Bunların artık gençlere zarar vermeyi bırakmalarının ve romanlarda, şiirlerde yaşayıp kendi hayal dünyaları içinde kalarak susmaya başlamalarının zamanı çoktan geldi.

        DAVUTOĞLU’NUN KİTABI

        Çok sıcak bir mesaj yazıp imzalayarak göndermiş yeni kitabını Sayın Ahmet Davutoğlu. Bu nazik davranışına teşekkür ediyorum. Kitabın adı “Medeniyetler ve Şehirler”. Benim bu aralar üzerinde en fazla düşünmekte olduğum konuyla ilgili bu kitap.

        Dolayısıyla sadece nezaket olsun diye değil, gerçekten dikkatle okuyacağım kitabı ve eleştirimi daha sonra yapacağım. Ama hem kapağından hem de içindeki konuların başlıklarından şu aşamada söyleyebilirim ki, ikimizin “urbanism” e bakışımızda farklılıklar, medeni şehir algımız arasında anlaşmazlıklar olması muhtemel.

        Bu anlaşmazlıklardan inşallah bir sentez de çıkarma imkânımız en azından benim açımdan olabilir.

        DENİZİ DÜŞÜNMEK

        Şimdi artık tatil gündemde ya, denizi düşünmek zorundayız. Bazıları için deniz, sahildeki şezlonga havlu bırakma stratejisine vesiledir.

        Ben her yıl denizi düşünmeye nisan ayında başlarım. Almayı istediğim ve hiç alamayacağım katamaranı o ayda düşünmeye başlarım ve ağustos ayına kadar bunu sürdürürüm. Ağustos, hayallerimin boşa çıkacağını düşünme ayımdır.

        Yaz aylarında en sevdiğim şey, yelken dergilerini alıp her sayfaya uzun uzun incelemek ve hayal kurma denemeleri yapmaktır. Monocle Dergisi de haziran sayısının neredeyse tümünü bu konuya ayırmış. Deniz filoları, stratejileri, denizlerde potansiyel çatışma alanları üzerine harika yazılar var. Uzun yazılardan birinde bir cümlenin altını çizip sakladım. “Bir ülkenin deniz stratejisine yaptığı yatırımın biçimi, o ülkenin gelecekten neyi beklediğini gösterir” diyordu o cümle. Sonra da gazetelerde “Türkiye’nin yakında uçak gemisi üretmeye başlayacağı”na dair haberler gözüme çarptı. Uçak gemileri, dünya güçlerinin global hâkimiyet stratejilerinin bir parçası olduğuna göre, “Bizi yakın gelecekte nasıl bir Türkiye bekliyor” diye de düşünüyor insan.

        REZA ZARRAB’IN SAVCISI

        Bu dava sürecinde savcının uyguladığı taktik ne kadar da sıradan ve açık değil mi. Savcı, tutuklu olan Zarrab için tutukluluk koşullarını durmadan daha ağır ve uzun hale getiriyor. Amaç, suçlanan insanı umutsuz kılmak ve iradesini kırarak anlaşmaya zorlamak.

        Amerikan yasaları, anlaşmayı seçen tutuklunun hemen salıverilmesine, hakkındaki tüm suçlamaların düşmesine kadar giden uygulamalara imkân tanıyor. Hapiste durumu zorlaşan ve umutsuzlaşan bir mahkûm için çok da çekici olabilecek bir gelişme bu.

        Tabii ki tutukluyu salıvermek için istenilen her şeyi yalan da olsa söylemeye teşvik eden bir durum bu. Bu nedenle Zarrab anlaşsa ve Türkiye’de bazı isimler hakkında konuşsa dahi bunların ne kadar doğru ve geçerli olabileceğine bence şimdiden gölge düşmeye başladı. Çünkü yalan söylemesi için güçlü ve kendince haklı nedenleri var Zarrrab’ın.

        Diğer Yazılar