Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıllar önce “İktisadi gelişme teorileri üzerine, 1946-60 dönemi Türkiye ekonomisi’’ başlıklı doktora tezimi yazarken, bulmaya önceden hiç hazırlıklı olmadığım bir bilimsel gerçekle yüz yüze kalmıştım.

        Demokrat Parti’ye karşı yapılan darbe ve Adnan Menderes’in idamı üzerine birçok resmi laf söylenir ya, bunların hiçbirinin doğru olmadığını, işin temelinde laik düzenin kendisini korumak güdüsü bulunduğunu ve o idam anının da Türkiye’deki laik düşüncenin bir tür intiharı olduğunu görmüştüm.

        O ‘AN’I İYİ ANLAMALIYIZ

        O “an” öylesine güçlü toplumsal dinamikleri gösteriyordu ki yıllar sonra AK Parti’yi doğuran dinamiğin de o “an”dan güç aldığını söyleyebiliriz. CHP’nin hâlâ daha iktidar için kendisini toparlayamamasını ve laik düşüncenin hâlâ daha sarsıntı geçirmesini o “idam anı”na bağlayabilriz.

        O idam anından 55 yıl sonra 17 Eylül günü ben yine bunları düşünüp hayli sıkıcı da olan tezimde neler yazdığımı yeniden okudum.

        Gördüm ki laik düzenin kendini korumak içgüdüsüyle gerçekleştirdiğine inandığım o idam anı, laik düşüncenin kindar yapısından, intikam arzusundan filan kaynaklanmıyordu. Aksine son derece objektif ekonomik nedenleri de vardı. Belki materyalizmin, tarihsel diyalektiğin bizleri nasıl belirlemekte olduğunu anlarsak bugün laiklik üzerine yapılabilecek bir tartışmayı daha anlamlı yapabiliriz diye düşünüyorum.

        LAİK CUMHURİYETİ YANLIŞ ANLIYORLAR

        1946 yılına kadar Türkiye’de tek parti (CHP) iktidarı vardı. Bu iktidar Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti korumak, kollamak gibi öncelikli bir hedef taşıyordu. O cumhuriyet neredeyse ekonomisi sıfır olan bir ülkeyi ouşturmak gibi şanssız bir görev üstlenmişti. Acilen sanayileşmek ve köylülüğü ve yarattığı değerleri sanayileşmeye kaynak sağlamak için sömürmek zorundaydı. Bunu köylülüğe karşı olduklarından veya kindar olduklarından değil sadece ekonomik gerçeklere teslim olmak zorunda olduklarından yapıyorlardı.

        CHP VE DİN

        1923-40 yılları arasında köylülüğün ekonomik olarak sömürülmesiyle birlikte CHP’nin ve cumhuriyetin dine karşı olduğu inancı da oluştu. Çünkü ekonomik değer (artık değer) yaratması için hedef seçilen köylülük aynı zamanda temel insani değer olarak dindarlığa sahipti ve onları ekonomik zorunlulukla sömürenlerin de dine karşı olması gerektiği gibi bir sonuç çıkarılıyordu.

        DP BİR BAŞKALDIRIŞTIR

        Demokrat Parti iktidarı aslında bu sisteme karşı bir başkaldırıştır, ama nasıl CHP’yi belirleyen ekonomik süreçler varsa Demokat Parti de bu ekonomik altyapı tarafından belirlenmiştir. Çünkü o yıla kadar sadece ekonomik eğer üretmeleri ve o ekonomik değerin ellerinden alınması (artık değer sömürüsü) için kullanılan köylülüğün ekonomik gelişmenin kuralları nedeniyle artık tüketici olmaları zamanı gelmişti. (Ekonomik model zorunlu değişiyordu.)

        Köylülüğün artık sadece değer üreten değil tüketen de bir kitle olması şartı o köylülüğün sistemin içine aktif oyuncu olarak çekilmesi anlamını taşıyordu.

        Demokrat Parti bu yüzden köylülüğe sahip çıktı, onun değerlerini de benimsemiş göründü. O güne kadar sistemi belirleyen düşüncelerin dışında tutulmuş dini duygular tekrar sistem söylemlerinin içine belki de mecburen çekildi.

        TÜRKİYE’Yİ BELİRLEYEN AN

        Bugünlere kadar dindarlığın sağ partilerle özdeşleştirilmesi ve CHP’nin katiyen iktidar olmaya yetecek oy alamaması işte bu tarihsel nedene dayanır. Dahası AK Parti’yi oluşturan ve güçlendiren temel dinamik de budur. Hepsinin de temelinde ekonomik gerçekler nedensellikler vardır. Hiç kimse kendiliğinden iyi veya kötü değildir. Hepsi de kendi dışındaki dinamiklerce belirlenmişlerdir.

        LAİKLİĞİ TEKRAR DÜŞÜNMEK

        Eğer bu bilimsel analiz doğruysa ki ben olduğuna kesin inanıyorum, tezimde bunların rakamlarını da ortaya koymuştum. Bugün laikler ile dindarlar arasında çıkabilecek hiçbir tartışmanın bu gerçekler bilinmeden yapılabilmesi imkânsızdır. Çünkü bilimsel olmadan yapılacak her görüş alışverişi sadece karşılıklı kötü niyet veya siyasi kaygılara indirilebilir. Oysa bizleri, hepimizi belirleyen ekonomik yapıları, tarihsel maddeci diyalektikle anlamadan gerçeği bilemeyiz.

        Bugünlerde daha yandaş görünmek için laiklere saldırmaya başlayan bazı kişilerin bu tarihi yeniden okuyup düşünmelerini diliyorum. Düşünsünler ki makul bir şekilde konuşabilelim.

        DEMOKRASİYE ERKEN Mİ GEÇTİK?

        Bu konuları ilk kez bilimsel düşündüğüm, neredeyse 35 yıllık tezimi tekrar okurken bu analiz sonucunda aslında Türkiye’nin demokrasiye erken geçtiği iması da var.

        Bunu da demokrasiye inanmadığımdan değil yine Marksist analiz nedeniyle söylemişim. 1946 yılında köylülüğün sistemin içine tüketici olarak da katılmaları süreci başlatıldı. Bu süreç aslında Türkiye’de demokrasinin olgunlaşması sonucunu doğurabilirdi. Ancak 1960 darbesi ve ondan sonra yazılan Anayasa ile daha olgunlaşamamış, zorunlu tarihi sürecini tamamlayamamış bir ülkenin demokrasiye geçmesi resmen getirildi. Bu da oluşan sözde demokrasinin bir türlü olgunlaşamaması ve kurumlaşamaması sonucunu doğurdu. Bunun olabilmesi için köylünün sistemin içine ekonomik güçleriyle, dindarlığa dayalı düşünce sistemleriyle tam entegre olmasının ve bunun kurumlaşmasının eklenmesi gerekiyordu. Bu beklenmeyip laik düzenin kendisini koruma içgüdüsüyle acele etmesi sonucunda cumhuriyet de darbe aldı ve demokrasimiz bir türlü istenilen düzeye gelemedi.

        Diğer Yazılar