Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Plato’nun “Devlet” adlı eserinde hepimizi çok korkutması gereken bir cümle var. O bölümde Sokrat, arkadaşlarıyla değişik politik sistemlerin niteliklerini ve onların zamanla başka bir sisteme evrilmelerini tartışıyordu.

        O diyalogda Sokrat, demokrasi hakkında son derece karamsardı. “Tiranlık büyük ihtimalle demokratik sistemin içinde oluşur” demekteydi.

        Demokrasi hakkında son derece ağır bir yorumdu bu, ama özellikle 20’nci yüzyıl sonu ve 21’inci yüzyıl başındaki gelişmeler çerçevesinde çok da haksız olmayan bir gözlemdi.

        Sokrat özellikle “ileri demokrasi” diyebileceğimiz, yani bireysel hak ve özgürlüklerin sonuna kadar kullanıldığı, her türlü hayat tarzının kabullenilip teşvik edildiği demokrasilerin, bir aşamada tiranlığa dönüşmesi ihtimali olduğunu söylemekteydi.

        SİSTEMİN KORUYUCULARI HALKA KARŞI

        Bu sistem elitlerin kontrolü altında olduğu takdirde sorunsuz işleyebiliyordu. Sistemde birbirine rakip gibi görünen birden fazla parti bile olsa, elitlerin koyduğu sınırlar içinde kalındığında sistem yıllarca devam ediyordu. Ancak o süreçte demokrasinin mantığı gereği, kendilerine maksimum özgürlükler ve haklar verilen, daha fazlası da vaat edilen kitleler, hak ve özgürlükleri tatmin edilmeyince tepkili olmaya başlıyorlar.

        Bir süre sonra da kızgınlıkları sistemin kendisine ve elitlere dönüyor.

        ÇOĞUNLUĞUN DİKTATÖRLÜĞÜ

        Bu kızgınlık ve tepki elitler tarafından sistem içinde tutulup eritilmezse, bir süre sonra bu durum kitlelerin isyanına ve çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşebiliyor. Bu siyasi isyana, kalabalık çetelerin duygusallığına benzer nefret söylemleri hâkim oluyor.

        Plato’nun analizinden yola çıkılıp gelinecek nokta da budur.

        TRUMP’A HAZIR MIYIZ?

        Bu kadar uzun bir girişi, yaklaşmakta olan Amerikan seçiminin bir analizini yapmak ve “Acaba bizler Trump’un başkanlığına hazır mıyız?” diye sormak için yaptım.

        Seçim kampanyasının şimdiye kadarki bölümüne bakınca, yerleşik düzenin sistemi korumak için tüm gücünü Hillary Clinton için seferber ettiğini, Donald Trump’ın ise kitlelerde oluşan tepki, kızgınlık ve tatminsizliği, kendisine oya dönüştürmek için çalıştığını görüyorsunuz.

        Eric Hoffer 1951 yılında yazdığı, şimdi klasik sayılan “The True Believer” (Gerçek İnanan) adlı kitabında, 20’nci yüzyılın başındaki gerçek kitlesel hareketlerin dinamiklerini, temel özelliklerini analiz etmiş. O analiz bugün özellikle Amerika’da yaşanmakta olanları açıklıyor.

        KOLEKTİF HÜSRAN

        Bireylerin yaşadıkları hüsranların bir “kolektif hüsrana” dönüşmesi üzerine elitlerin koruması altındaki sistemin de çökeceği ve bu kolektif hüsranı kendi söylemleri doğrultusunda yönlendiren bir liderin çıkması durumunda sistemin kendisinin de değişeceği söyleniyor.

        Demokrasi lafları sürse de yerine gelecek yeni sistemin öyle çok da demokratik filan olmayacağı, ama yine de kitlelerin onayını alacağı belli.

        TABLOİT SİYASETÇİ

        Donald Trump’ın yükseliş hikâyesine bakarsanız, onun halkın yoğun olarak kullandığı kanalları çok iyi değerlendirdiğini görürsünüz.

        O hep halkın okuduğu New York tabloitlerinde çıkar, (sistemin siyasetçisi Hillary Clinton ise yerleşik düzenin en büyük savunucusu New York Times’ın adayıdır), reality televizyonunun bir starıdır, Twitter’da da çok aktiftir.

        Anlayacağınız Trump, halkın tatminsizliğini, tepkisini çok iyi okuyup anlamış ve çok güzel manipüle edebilmektedir. Sistemin yayın organları ve “organik aydınları” (kavram Antonio Gramsci’nin), onun son tartışmayı kaybettiğini söylüyorlar ya, emin olun bu kaybetmişlik duygusu da onun lehine çalışıyor.

        Çünkü kitleler de kendilerini kaybetmiş olarak görüyor ve kendilerini Trump’la özdeşleştiriyor.

        Anlayacağız, büyük bir son dakika gelişmesi olmazsa Trump’ın seçilme ihtimali büyüktür. Umarım Türkiye onun başkanlığına hazırdır. Ben onun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la çok iyi anlaşacağını düşünmekteyim.

        Ama onun başkanlığının bizler açısından ne anlama geleceği de iyi irdelenmeli.

        Ben de ekim ayı içinde bunu Washington’da yapma amacındayım.

        BU VİNYETİ HER GÖRDÜĞÜNÜZDE...

        Bundan sonra usta çizer Can Baytak’ın çizdiği bu vinyeti her gördüğünüzde Washington’dan ya bir haber ya da yorum yazmış olacağım. Yani bu vinyet, gazetemizin Amerika seçimini benim izlememin vinyetidir.

        Türkiye’de Amerika karşıtı bir ruh halinin oluştuğunu biliyorum, ama bizlerin duygusu ne olursa olsun ABD’yi bu dünyada sanki yokmuş gibi davranma lüksüne tabii ki sahip değiliz.

        Ben çoğunlukla devlet politikaları dışındaki Amerika’yı tanıyıp bildiğimden o Amerika’yı severim de. Yanlış anlamayın, politikayı pek sevmesem de devlet politikalarını nasıl izleyip yazacağımı iyi bilirim. Bunda hayli tecrübeliyim.

        İlk kez Washington’da Hürriyet Gazetesi’nin temsilcisiyken başladığım bu ABD politikasını izleme tecrübemi yıllar içinde Türkiye’de de sürdürmeye çalıştım. Şimdi de bu defaki seçimi gazetemiz için yakinen izleyip analizini yapmayı amaçlıyorum.

        Kasımın ilk haftasındaki seçime kadar dönemi ve ondan sonra yeni başkana geçiş aşamasını izleyeceğim. Seçim önemlidir gayet tabii ki ama sonraki geçiş dönemi de çok önemlidir. Çünkü özellikle o dönemde Türkiye hakkında gündelik politika oluşturacak isimler de seçilecek ve işlerine başlayacaklar.

        Bu vinyeti gördüğünüz her yerde umarım göndereceğim haberleri, yorumları okursunuz.

        Diğer Yazılar