Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıllar sonra tekrar Washington’a temsilci olarak gittiğim için elimde olmadan sevgili arkadaşlarım Ufuk Güldemir ile Sedat Ergin’in Washington yıllarındaki hayatlarını ve efsanevi rekabetlerini hatırladım.

        Ben Hürriyet’in temsilciliğini Sedat Ergin’den devralmıştım, Ufuk ise Cumhuriyet’in temsilcisiydi.

        Sedat eğer gazetecilik söz konusuysa -bir tür hastalık veya sakatlık da diyebilirsiniz buna- olağanüstü, tahammülün ötesinde ciddi oluyor.

        Adama “Haydi seks üzerine yaz” deyin, yemin ediyorum Darwin’in “türlerin kökeni” çalışmasından daha ciddi bir metin ortaya çıkarır.

        Washington yıllarında geçtiği haberleri sadece diplomatlar ve casuslar okuyordu. Bunlara sadece onlar tahammül edebiliyordu.

        Sıradan insanı hiç ilgilendirmeyen ne kadar konu varsa onları bulup yazardı.

        Bir de yazmaya başlayınca tutturduğu ciddiyet düzeyi onu hiç tatmin etmeyip “Çıtayı daha ne kadar yükseltip de ciddiyeti artırırım” diye uğraştığından çok yavaş yazar.

        Örneğin, yıllar önce Cumhuriyet Ankara bürosunda diplomasi muhabirliği yaparken gazetenin taşrada yaşayan okuyucularına onu okumak bir türlü nasip olmamıştı; çünkü yazısını sadece şehir baskılarına yetiştirirdi. O da son anda olurdu.

        Yazdığı ama hiç basılamayanları bir gün kitap haline getirse yemin ediyorum Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde”sinden daha uzun olurdu.

        Bir gün gazetecilik tarihinde felaket anı olarak anılması gereken gelişme oldu ve Kıbrıs için Annan Planı yayınlandı.

        Sedat bunu haber haline getirmek için incelemeye başladı. Bu inceleme takriben 15 yıl sürdü. Sadece incelemekle kalmadı, bu 15 yıl boyunca Annan Planı hakkında yazdı da. Planı yazan Kofi Annan bile kendi planından 10’uncu yılda vazgeçmişti ama bu gelişme Sedat’ı etkilemedi, o yazmayı sürdürdü.

        Birleşmiş Milletler merkezinde hâlâ söylenir, “Kofi Annan Planı’nı Kofi Bey’den daha iyi anlayan Sedat Ergin’di” diye. Sedat o tür sıkıcı çevrelerde bir tür efsanedir.

        Geçenlerde gazetesi bir kültür dergi eki çıkardı. Sedat ona öyle ciddi bir yazı yazdı ki bence derginin olabilecek tüm geleceği anında karardı. Yazıyı okuyunca sanırsınız ki Harvard Hukuk Fakültesi’nin bilimsel yayını çıkıyor ortaya; o denli ciddi ve sıkıcıydı.

        Ben bizim gazetede arkadaşlara, “Eğer rekabette öne çıkmak istiyorsanız tüm yayınların başına Sedat’ın gelmesini ve yazı yazmasını teşvik edin. O zaman kaybetmemiz imkânsız” diyorum.

        Sedat Washington’da bulunduğu uzun yıllar boyunca, tanım gereği zaten sıkıcı olan devlet bürokrasisini sorduğu sorular ve ilgilendiği konularla tamamen katatonik hale getrmişti. Ben gittiğimde o bürokrasiyi Sedat yüzünden neredeyse komaya girmiş halde buldum.

        “Amerikan devletinin çektiği bu ıstırap yeter artık” dedim ve orada Sedat’ın antitezi olmaya karar verdim.

        Gördüğünüz gibi beni mizah yazarı olarak yaratan asıl kişi yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök değil, Sedat Ergin’dir.

        GALATASARAY'A FATİH ALTAYLI YAKIŞIR

        Şu anda gerçekten ihtiyarlamış olduğumu görüyorum. Çünkü bundan birkaç yıl önce Fatih Altaylı’yı herhangi bir görev için destekleyeceğim söylenseydi, “Saçmalamayın” derdim.

        Galiba sadece yaşlanmakla kalmıyorum, aynı zamanda bunamaya da başlamış olmalıyım. Gördüğünüz gibi imkânsız olması gereken bir şey şimdi olabiliyor. O göreve “Fatih Altaylı yakışır” diye başlıklar filan atabiliyorum.

        Size bir şey söyleyeyim mi, Galatasaray’ı bugünkü bulunduğu durumdan sadece antrenör değişikliği filan kurtarmaz, yönetimin de acilen değişmesi gerekiyor.

        Bence Galatasaray’ın yeni başkanı Fatih Altaylı olmalı.

        Bir de yeni hoca Igor Tudor’un fiziğine bakın, onu başkan olarak gerektiğinde dövebilecek fiziğe sahip bir tek Fatih var bu ülkede. İdeal başkan odur, bunu bilin.

        GÜNERİ CIVAOĞLU'NUN SORUSU

        Geçen gün yemek yiyorduk. Güneri Bey bir yemek ısmarladı ve restoranda o yemeği onun istediği kıvamda getirmediler. Restoran o gün, bugüne kadar görmediği şekilde ıstırap çekmiş olmalı.

        Güneri Bey yaptıkları yanlışlığı onlara gayet sakin ve nazik bir şekilde izah etti. Bence söylediği her şey bir şaheserdi.

        Bu lokantanın çektiği, güzel bir mizah yazısı konusu olabilirdi. Hatta kafamda yazmıştım bile ama ne kadar yalvarsam da bunu yazmama izin vermedi Güneri Bey. Ama bunun yerine başka bir şey söyledi ve “Bunu yazabilirsin” dedi.

        “GQ Dergisi, dünyanın en şık, en stil sahibi insanlarının listesini yayınlamış. Acaba bu listede neden Ertuğrul Özkök yok? Bunu yazıp sor bakalım” dedi.

        Ben de “Memnuniyetle” dedim, ama “Acaba şaka mı yapıyor?” diye de şüphe duydum. Çünkü bence dünyanın en şık, en stil sahibi erkekleri listesinde bir Türk olacaksa bunun Güneri Bey olması gerekiyordu. Bence o sözleri bana söylerken Ertuğrul Özkök’e takılıyor olmalıydı.

        Ancak Özkök’ün bu tür listelere girme geçmişi de vardır.

        Yayın yönetmenim olduğu yıllarda bir dergi onu “dünyanın en seksi insanları” listesine 3’üncü sıradan sokmuştu. Biliyorsunuz yayın yönetmeni filan takmam ben. Bunu ağzıma dolamış ve onunla ilgili her yazımda, her konuşmamda “Ki o dünyanın en seksi erkekleri listesine 3’üncü sıradan girmiş kişidir” demeyi yıllar boyu sürdürmüştüm.

        Örneğin, lokantada yemek ısmarlayacağız değil mi, “Ertuğrul Bey’e de -ki o dünyanın en seksi erkekleri listesine 3’üncü sıradan girmiş olan kişidirbir az pişmiş biftek getirin” diye konuştum yıllar boyunca.

        Diğer Yazılar