Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Washington'da yeni işime girişme günleri yaklaştıkça içimi korku kaplamaya başladı. Aslında galiba korkuyu azıcık aşan, hatta dehşet diye tanımlanabilecek duygular içindeyim.

        Hayır hayır, beni korkutan Kürtler hakkında Amerikalılarla ne tür yeni anlaşmalar yapıldığı, FETÖ için nasıl yol çizildiği, Rakka konusunda işbirliğinin FETÖ meselesinin çözümüyle bağdaştırılıp bağdaştırılmadığı gibi konular değil.

        Bunlar zor, hatta derin devleti de ilgilendirdiği için çözülmesi imkânsız diye nitelendirilebilecek konular. Ama yine de bunlardan korkmuyorum mesleki açıdan, hani “Gerçekçi ol, imkânsızı dene” derler ya, Washington’da gazetecilik yapmak zaten hep imkânsızı denemek gibi bir şeydir.

        “Meseleler tam çözülüyor” derken birden karşınıza öyle engeller, öyle karanlık tipler çıkmaya başlar ki hem şaşırabilir hem de korkabilirsiniz. Ama ben bunlara alışığım, Washington’daki gazeteciliğin doğal bir parçası olarak kabul ederim bunları.

        Şimdi diyeceksiniz ki: “Peki kardeşim, sen bunlardan korkmuyorsan yeni görevinde seni asıl korkutan mesele nedir?”

        Beni asıl korkutan, yayın yönetmenimin teftiş ayağına Washington’a ziyarete gelmesi. Diğer yayın yönetmenlerinin ziyaret olasılığı sadece korkutuyordu beni, ama Selçuk Tepeli’nin ziyaret ihtimali dehşete düşürüyor.

        Emsallerinden daha berbat değil o; tümü itici olan yayın yönetmenleri dünyasında iticilik açısından vasatı tutturduğu da söylenebilir. Ama onu asıl korkutucu yapan “ciddiliği”.

        Benim tanıdığım diğer yayın yönetmenleri sadece görünümde ciddiydiler. Hepsinin ciddiyet konusunda bir kırmızı çizgisi vardı ve bunu da rahat aşarlardı. Selçuk ise o kadar ciddi ki kendi ciddiyetini bile ciddiye alıyor.

        Selçuk Tepeli

        Tecrübeden biliyorum, yayın yönetmeni sınıfından tipler Washington’a geldiklerinde teftişleri de kısa sürer, sonra eğlendirilmeyi beklerler. Diğerlerini eğlendirmek kolaydı; bir bar, bir restoran, işler kötüye giderse bir striptiz barı tüm işleri yola koyuyordu.

        Selçuk Washington’a teftiş için gelse, onu striptiz barına götürsem, adam sahneye bakacağına bana “striptizin tarihi ve bunun global karşılaştırmalı analizi”ni filan yapar.

        Çıtayı yükseltip kucak dansının yapıldığı bara gitsek ve adamın tepesine 3 kadın birden çullansa dahi o ciddi konuşmayı sürdürür ve “postmodernizm bağlamında çıplak kadın figürü anlatımlarının yapı çözümü” türünde bir şeyler anlatır.

        Bu konuşmanın benden önce 3 kadını bayıltacağı kesin olduğundan Selçuk Tepeli’nin ziyaret ettiği gün kucak dansı kulübünün tarihinde daha önce emsali yaşanmamış bir skandala dönüşecektir.

        Bu tür riskler nedeniyle o teftişe geldiğinde ciddi konuşmalarını kontrol altında tutabilmek için normal eğlence yöntemlerinin dışına çıkmam gerekecek.

        Selçuk’u Washington’da eğlendirmek için şimdilik şu yöntemleri planlamaktayım:

        1- Tüm günümüzü, hatta tüm gecemizi kongre kütüphanesinde geçirebiliriz. Bu kütüphanede Amerika’da bugüne kadar basılmış ve yayınlanmış tüm kitaplar bulunabiliyor. Eğer bunlar arasında Selçuk’un bugüne kadar okumadıkları varsa -ki ben bundan şüpheliyim- bu eksikliğini orada rahatlıkla giderebilir.

        Selçuk’u eğlendirme açısından bu bana en güzel yöntem gibi geliyor, hem riski de az. Çünkü devamlı okuyacağından ciddi konularda da konuşmaz diye düşünüyorum. Yalnız burada bir sorun var. Bu kütüphaneye ben bir kez gitmiştim. Ve o gidişimden sonra tekrar ziyaret etmemi yasakladılar.

        Eğer kongre kütüphanesi içinde “İçeriye girmesi yasak olan kişiler”in fotoğraflarının asıldığı bir bölüm varsa benim fotoğrafımın orada başköşede durduğuna eminim. Çünkü ilk gittiğimde Amerika’da basılan tüm kitapların orada bulunmasından dolayı dışarıda bir türlü bulamadığım seksüel içerikli özel kitapları görmek istemiştim. Kadın görevli kitap listemi görünce güvenliği çağırarak beni dışarıya attırmıştı.

        2- Selçuk eğer okumak dışında başka bir eğlence isterse, Virginia kırsalına götürüp Amerikan köylülerini ona gösterebilirim. Onun köylüleri izlemek, onların içine karışmaktan acayip keyif alacağına eminim. Hatta bir ağacın altına oturup Fransız köylülüğü ile Amerikan köylülüğünün karşılaştırmalı analizini yapan ansiklopedinin ilk bölümünü bile yazabilir.

        O kendine çok eğlenceli gelebilecek bu faaliyetini sürdürürken umarım ben lokal kucak dansı barında daha farklı analizler, farklı araştırmacı gazetecilik görevleri yapıyor olurum.

        HAKKINI DA YEMEYELİM YANİ

        Öyle takılırım ama hakkını da vermem gerekiyor. Bence medyada en kaliteli, düzeyi yüksek haberleri Selçuk yaptırıyor.

        Hürriyet anlamsız bir ek çıkarır, Ertuğrul Özkök bunu hemen över.Sabah’ta ise Hıncal Uluç, içinde fazla övülecek bir yan olmayan pazareklerini öve öve bitiremiyor.

        Bunun haksızlık olduğunu düşündüm ve bizim gerçekten içinde kaliteli yazılar bulunan Pazar ekimizi ve ekibini tebrik etmeye karar verdim. 19 Şubat günkü Pazar ekinde bulunan“Robot deme gücenir” başlıklı haber çok kaliteli, güzel yazılmış, insana okumaktan zevk aldıran, aynı zamanda bilgi veren bir çalışmaydı.Gazetemizin “Dokun ve İzle” yeniliğiyle bu haberle bağlantılı sunulan video da çok kaliteliydi.

        Pazar gününü bitiş tarihi olarak alıp 13-19 Şubat arasında bağımsız kuruluşlardan gelen verilere bakarsak, gazeteler, TV’ler ve portallarda 3 bin 23 alıntı... Hafta içi ortalama 400 olan alıntı sayısı pazar günleri 700’e çıkıyor... Habertürk Gazetesi’nin yüksek alıntılanma oranı ve böylece haberlerin 14 milyonu bulan erişimiyle gerçekten iyi bir iş çıkardığını görebiliriz.

        Tamam, ilk dediklerimden vazgeçiyorum; Selçuk Washington’a geldiğinde sırf bu yüzden ona viskiyi ben ısmarlayacağım.

        KORKTUĞUM BAŞIMA GELDİ BİLE

        BELA geliyorum demez, ansızın geliverir. Benim hayat felsefem budur.

        Dün de bu kanıtlandı.

        Yayın yönetmeni odasına çağırdı, “Hayırdır” dedim ve gittim.

        Kötü haberi orada verdi, “Abi aradığım viski var ya, onu Washington’da içeceğiz anlaşılan” demez mi.

        Anladığım kadarıyla Washington’a gelmekle kalmayacak, viskiyi de bana ısmarlatacaktı.

        İki darbe üst üste yiyecektim anlayacağınız.

        Hayat gerçekten acımasızlıklarla dolu.

        Diğer Yazılar