Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Onca yıl sonra Washington’daki psikiyatrım ile yine buluştuk. “Buluştuk” lafı burada durumu kurtarmıyor; tekrar onun hastası oldum, seanslara başladık.

        Hakkımda “Adam sonunda tamamen delirdi” söylentisini yayanlar hemen sevinmesinler, bu henüz resmen teyit edilmedi. Psikiyatrım normal olmadığıma inanmakla birlikte “Resmen delidir” damgasını henüz vurmadı.

        Normal olduğumu hiçbir zaman ne düşündüm ne de söyledim, hatta normal olanları hem sıkıcı bulurum hem de onlardan pek hoşlanmam. Bizim Selçuk Tepeli normaldir, ama son zamanlarda o da aslında deli olduğu yolunda emareler gösterdiği için onu da sevmeye başladım.

        Doktor hanım benden para da almıyor; çünkü o kadar ender rastlanan türde bir hastaymışım ki benim vakamı profesörlük tezi olarak yayınlayacakmış.

        ONA NÜ PORTREMİ YOLLAYACAĞIM

        Yani aslında kadının bana üstüne para vermesi gerekiyor. Nü çalışması yapan bir ressam, modeline nasıl para veriyorsa doktorun da bana hastası olduğum için para vermesi lazım.

        Burada yeri gelmişken söylemeliyim ki, bir nü portre çalışmamı da yaptırıp Ertuğrul Özkök’e hediye olarak göndereceğim. Çünkü “Benim vücudum artık senin yazdığın gibi değil” diye yazmamdan sonra, “Bir fotoğrafını gönder de analizimi yazayım” diye mesaj atmıştı.

        Resmi ona bu yüzden postalayacağım. Benim nü portremin kübist bir şaheser olacağını da düşünüyorum.

        DOKTORUN HAYATINI TÜKETTİM

        Psikiyatrımın meslek yaşamının olgunluk yıllarını benim neden bu durumda olduğumu anlamak için sarf ettiğini, bu yolda neredeyse hayatını tükettiğini söyleyebilirim.

        Kitapta yazılı olan tüm hastalıklar bende var gibi, hatta tüm hastalıkların toplamının bir sentezi gibiyim, ama galiba tek bir ad konulamıyor bu halime.

        Geçmişte doktorum belirli bir sonuca varamamıştı; şimdi hakkımdaki eski notlarına baktıktan sonra bir tedaviye girişebileceğine inanır gibi.

        Son seansımıza eskiden aldığı notlarını da getirmiş.

        SEKS YAŞAMIMI ANLATTIM

        Örneğin, not defterinden şu bölümleri okudu bana. Yılı hatırlamıyorum şu anda:

        “15 Haziran: Hastadan seks yaşamını anlatmasını istedim. Bir anda dünyanın karşı karşıya kaldığı politik sorunlardan, insanı hızla öldüren salgın hastalıklardan, Yalan Rüzgârı dizisinin gizli anlamından bahsetmeye başladı.

        16, 17, 18, 19 Haziran seansları: Bugünlerde iki seansın tümünü sadece Amerika’daki seri cinayet işleyen katillerin yaşam hikâyelerini anlatmaya neden ayırdığını ben bile anlayamadım.

        ‘TEHLİKELİ KARIŞIM’MIŞIM

        22 Haziran: Hastam Serdar Turgut, en sevdiği filmlerin “Mezarlarınıza Tüküreceğim” ve “Bana Alfredo Garcia’nın Kellesini Getirin” adlı filmler olduğunu söyledi. Ve “Hani şu durmadan binaların üstüne tırmanan dev maymun ile Godzilla’nın ölümüne dövüştüğü filmelere bayılırım” dedi.

        Adamda sanat zevki diye bir şey yok. Adam hem sapık hem de zevksiz, bu da son derece sorunlu ve tehlikeli bir karışım olmalı. Operacıları, “Şarkı söyleme ile konuşmayı karıştıran insanlar”, balerinleri “Yürüme sorunluları”, klasik müzisyenleri “Rock grubu kurma yeteneğinden yoksun oldukları için keman çalmak zorunda olan insanlar” diye tanımlıyor bu adam.”

        Eski notları okuduktan sonra bana, “Bunları hatırladın mı?” diye sordu. Ben de “Evet hatırladım, ne olacak? Hâlâ aynı fikirdeyim, sözlerimin altındaki imzaya sahip çıkarım” dedim. Doktor beni sanki iğreniyormuşçasına süzdükten sonra, “Peki neden böylesin sen, bugün ekleyecek yeni bir şeyin var mı?” diye sordu.

        SORUN BABAMDA MI ACABA?

        Ayrıca “Recep İvedik filmlerine de bayılırım” dedikten sonra şunu söyledim: “Biliyor musunuz, ben babama yıllardır ‘Acaba ne zaman infilak edecek?’ diye baktım. Hep bu korkuyla yaşadım.”

        “Sorunlarının temelinde bu olabilir. Babanı çok mu seviyorsun?” diye sordu doktorum. Ben de, “Yok sevgiden değil, eğer infilak ederse polis gelince bunu nasıl açıklayacağım diye endişelendim hep” dedim.

        “Bu bilinçaltından kaynaklanan sembolik bir infilak mıydı?” diye analiz girişimi yaptı doktorum. Ben de, “Ne semboliği, ne bilinçaltısı yahu, babam yıllardır ağzında pipo varken aynı anda rakı da içer, ikisini aynı anda becermesiyle övünür. Ağzında duman varken rakı daha güzel geliyormuş ona.

        Ben yıllardır bu muammayı çözemedim. Bir insan ağzında pipo varken aynı anda rakıyı nasıl yudumlayabilir?

        Piposundan daima düşen ateş ve rakı bence tehlikeli bir bileşimdi ve adamın bugüne kadar bence çoktan infilak etmesi gerekirdi.

        Hatta bir gün parmağıyla piposunu yaktıktan sonra rakısını yudumladı” diye devam ettim anlatmaya.

        BENDE BİLİNÇALTI YOKTUR

        Doktorum, “Parmağıyla pipo mu yaktı, bu başka bir bilinçaltı sembolizmi mi?” diye sordu. “Bende bilinçaltı yoktur, her şey bilincimde üst tarafında” deyip devam ettim:

        “Babam çakmağına gaz doldururken parmağına da gaz sıçramıştı ve çakmağı çakınca parmağı da alev aldı. Babam alev almış parmağına bir süre sakince baktıktan sonra yanan eliyle rakı bardağını kaldırıp bir yudum aldı ve parmağıyla piposunu yaktı. Ancak ondan sonra parmağını üfleyerek söndürdü.”

        Doktorum bunları duyunca rahat bir nefes aldıktan sonra, “Yakında profesörlük için sunacağım çalışmayı nihayet tamamlayacağım. Senin hakkındaki teşhisimi de yakında koyarım” dedi ve seansımızı bitirdi.

        BABAMIN TARIHİ

        Korkmayın hepsini anlatacak değilim; 90 yılı “Doğdu, içti ve öldü” türü kısa bir nota sığdırmam doğru olmamalı gibi geliyor bana.

        Gerçi babam bunun yeteceğinde ısrarlı, ama bana yeterli değilmiş gibi geliyor nedense. Doktorum tam ofisten çıkarken, “Dur biraz, bir şey soracağım; babanın ailesinden bahsetsene” dedi.

        Ben dedemin akıl hastanesinde öldüğünü, benim de onun öldüğü odayı yıllarca babam için rezerve ettiğimi anlattıktan sonra kadın net teşhisini koymuş gibi gülümsedi bana.

        Diğer Yazılar