Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün anlatmayı amaçladığım olayı, kafam başka yönlere gittiği için anlatamamıştım. Umarım bunu bugün başarırım. Bugün de şüpheli ya haydi neyse. Çünkü kafam yine hızlandırılmış gibi çalışmakta.

        Üniversite yıllarımda böyle olduğum bir geceyi hatırlıyorum şimdi. O gece evimde tek başıma Lenin’in toplu eserlerinden 3’üncü cildi okumaktaydım. Yaklaştığına inandığım büyük devrimde köylü kitlelerle ittifakın mümkün olup olmadığı sorusuna cevap arıyordum.

        Sonra birden gece yarısını geçince kendimi bir arabanın içinde 2 erkek arkadaşım ve 3 tanımadığım kızla birlikte Cornell Üniversitesi’ne giderken buldum. Kızlardan biriyle haddinden fazla samimiydim. Beni nereden tanıdığını bilmiyordum ama yine de samimiydik. Evden nasıl çıktım, onunla nerede tanıştık ve Cornell Üniversitesi’ne neden gitmeye karar verdik; bunlar benim için hâlâ meçhul olan konular.

        BEYNİMİN TUHAFLIĞI

        O gece dışarıdan destek alarak beynimi o hale getirdiğimi sananlara bir çift lafım olacak: Sandığınız kadar haklı değilsiniz, dışarıdan aldığım destek pek öyle fazla değildi. Benim beynim kendi başına bile tuhaf olabiliyor; şimdi olduğu gibi. Bu yazıyı yazarken öğleden sonra sıkıcı bir saat ama beynim yine hızlandı, kendisini tutamıyorum.

        Ne demek istediğimi anlamak için yazının bu zamana kadarki durumuna bakmanız yetebilir. Otobüste yanımda olanları anlatacaktım, bakın konu gayrı ihtiyari nerelere geldi.

        O samimi olduğum kızla Cornell’e yaklaşırken ayrıldım; çünkü arabadaki diğer 2 kızdan biriyle de samimi olmuştum. Onunla tanıştığımızı dahi sanmıyorum. Kızlar dönüşte araçta yoktular. Onları ya Cornell’de bırakmış olmalıyız ya da daha varmadan yolda inmiş olabilirler, emin değilim.

        Neyse şimdi asıl konuma dönme girişiminde bulunmak istiyorum.

        Dün hikâyem otobüse binme aşamasında sona ermişti. Anlattığım o badirelerden sonra otobüse binmeyi nihayet başardım ve araç saat 03.45 gibi kalkmaya hazırlandı. Otobüste yanımda oturmasına en fazla sinirlendiğim tipler listesinde ikinci sırada olanlar, aşırı kilolu ve büyük insanlardır.

        Bunun nedenini uzunca açıklamayacağım; çünkü nedeni malum. Bu tür insanlar genellikle ellerinde olmadan vücutlarının bir kısmını yanlarına taşıyorlar ve siz bir anda kucağınızda hiç istemeyeceğiniz bir göbek parçasını yayılmış olarak bulabiliyorsunuz.

        Bana ilk kez bu olduğunda aklıma “The Blob” adlı korku filmi gelmişti. O filmde Blob adlı yastık dünyada hareket ediyor ve etrafa savrularak her şeyi köpükmüş gibi olan vücudunun içine alıyordu.

        Şimdi isterseniz bana “Önyargılı” diyebilirsiniz, ama ben yanımda bir Blob otururken ve üstüme de yatılmaya başlanmışken kötü bir otobüsle seyahat etmeyi sevmiyorum. Üstelik son seyahatimde otobüse binmeden önce girdiğim tuvaletten “AIDS olacağım” diye kaçmıştım.

        HİPERAKTİF BİR ADAM

        Otobüste de tuvaletimi 5 saat kadar daha tutmam gerekiyordu. Zira otobüste var olduğu söylenen tuvaletin olduğuna inanmıyordum, ayrıca olsa bile oraya girmek yerine direkt intihar etmeyi tercih edebilirdim.

        Neyse dediğim gibi Blob türü kişiler, otobüste yanıma oturmasını istemediğim insan türleri listemin ikinci sırasında yer alıyor. Birinci sırada ise zayıf hiperaktif Çinliler var. Son seyahatte yanıma bunlardan birinin prototipi olabilecek bir adam oturdu. Bu adam hayli zararsızdı, ama zararsız olduğu kadar da rahatsız ediciydi. “Hiperaktif” dediğime bakmayın; bunu nazik olmak için söyledim, adam resmen manyaktı.

        Tamam kabul ediyorum, herkese pek de kolay “Manyak, ruh hastası” filan dediğimi biliyorum. Ama durup dururken olmayan bir insanla yüksek sesle kavga etmeye başlayan bir insanı nasıl tanımlayacağımı söyleyin bana o zaman.

        Otobüste ışıklar söndü, yolda normal gidiyoruz, birden yanımdan “Aiiiii ah okaname de hiip” şeklinde bir haykırış geldi. Bu ses otobüste benim dışımda hiç kimsenin ilgisini çekmiyor gibiydi. Hiç kimse, her şey çok normalmiş gibi bu ani çığlığa rağmen yanımdaki adama dönüp bakmıyordu. Adam bu tür sesleri 3 dakikada bir çıkarıyordu.

        5 SAAT BOYUNCA...

        Çinliler birbirlerine aşk ilan ederken bile kavga ediyorlarmış gibi konuşurlar. Uzaktan bakanlar sanki birbirlerini öldürecekler filan sanabilir, ama aslında adam o anda kıza çok sıcak şeyler söylemektedir.

        Yanımdaki adam ise hayata hayli kızgın olmalıydı; çünkü kafasında kiminle konuşuyorsa ona nefret duyduğu belliydi. Bağırıp çağırıyordu ve ben sessizlik olması umudumu kaybetmeye başlamışken adamın yorulmuş gibi başı öne düştü. Tam “Artık sessizlik olacak” diye sevinirken adam bu defa da esnemeye başladı.

        Size yemin ediyorum, esnerken şu sesi çıkarıyordu: “Haaakkk...”

        Haydi buna tahammül ettim diyelim, ama ben alışmışım her “Haaakkk”ın sonunda bir de “Tuuuu” olmasına, ama adam bu bölümü katiyen söylemiyordu. Benim beynim ise bu eksik kalan bölüme takılmıştı. 5 saat boyunca beynim sürekli işin “Tuuuu” bölümünü tamamlayıp durdu.

        Sabah Washington’daki otobüs durağına varır varmaz da geceyi istasyonda geçirmiş olan evsizlerin vücut temizliklerini yapmakta oldukları tuvalete girmek zorunda kaldım maalesef.

        Diğer Yazılar