Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Allah onu başımızdan ebediyete kadar eksik etmesin, ama benim Selçuk Tepeli’yi anlayabilmem mümkün değil. Anlasam da anlamasam da onunla kesinlikle anlaşamayacağım.

        Bir defa aramızda sınıf farkı var. Yanlış anlaşılmasın, kimse kimseden daha üstün değil, ikimiz de aynı sınıftanız. Sınıfların en berbatı olan birer küçük burjuvayız.

        Aynı anda hem burjuvalar hem de proleterler tarafından nefret edilmeyi başarmış bir sınıftır bu. Köylülerin ise onları umursadığını sanmıyorum. Yani laf kalabalığını bir kenara bırakırsak gündelik lisanla “küçük burjuvazi” sınıfı, hayli gıcıktır.

        Selçuk’u tanıyana kadar bu sınıfın tüm özelliklerini en iyi kendimin temsil ettiğini, yani maksimum gıcık olduğumu sanıyordum. Ama onu tanıyınca “en iyi küçük burjuvalar” listesindeki sıralama değişti. Bir numarada şimdi o var. İkincilik Ertuğrul Özkök ile benim aramda gidip geliyor. Arada bir ben, gıcıklıkta onu bile aşıp ikinci oluyorum ki bu da hayli büyük bir başarıdır.

        Her küçük burjuvanın hayatta bir sınıf atlama hayali mutlaka vardır. Örneğin, ben burjuva olmayı isterim. İkinci sıradaki Ertuğrul Özkök’ü ise burjuva olmak kesmeyecek gibi; artık o aristokrat olmayı kafaya koymuş gibi davranıyor. Küçük burjuvaların bu şekilde hayaller kurması- nın trajik olduğunun farkında değil gibi nedense.

        Küçük burjuvaların bir üst sınıfa atlamayı hayal etmeleri çok normal de ben hayatımda ilk kez bir küçük burjuvanın köylü sınıfına geçmeyi hayal edenini Selçuk’ta gördüm. Bu da onu inanılmaz derecede tehlikeli bir kişi yapıyor. Çünkü bir insan hem küçük burjuva hem de tamamen delirmiş ise onun hemen tımarhaneye kapatılması gerekiyor. Onun bu deliliğinin ispatı olan köylülük takıntısı, hiç ummadığınız yerlerde ortaya çıkabiliyor.

        Şimdi canlandırın gözünüzde; iki iyi küçük burjuva olarak oturmuş purolarımızı içeceğiz. Selçuk bu ortamda bile beni hazırlıksız yakalayabiliyor. “Ben şu marka puroyu çok seviyorum; çünkü gübre gibi, ahır gibi kokuyor” diyor. Ahır kokusu, benim güzel olarak sınıflandırdığım kokular içinde yer almadığından “Ben almayayım” desem de ısrar ediyor, “Bir dene” diye veriyor puroyu. Bir nefes çektikten sonra Selçuk’un haklı olduğunu anladım. Bu, çok kaliteli bir puroyu şehirlerarası yolda ihtiyaç molası verilen yerlerden birine yakın bir büyükbaş hayvan çiftliğine koşturup, dahası bir de gübre tepesine çıkarak içmeye çalışmak gibi bir deneyimdi.

        Sorun çıkmasın diye sonuna kadar içsem de sorun başka konuda çıkabiliyor. “Kanyak içelim” diye düşünüyoruz. Ben, “Burada bir arıza çıkmaz” diye hemen atlıyorum bu fikrin üstüne. Ama Selçuk hayattaki her konuyu sonunda köylülere bağladığından, kanyak da nihayetinde bir tarım ürününün sonucu olduğundan hemen bana kanyağın sınıfsal tarihini anlatmaya başlıyor.

        Washington’da bir etçiye gitmiştik. Et de sonuçta bir çobanın malzemesi olduğu için ilk önce etin köylülüğün tarihindeki rolünü, sonra da kanyağın rolünü anlatmıştı 5-6 saat kadar.

        Ha unutmadan bir şey daha söylemeliyim; Selçuk’u bir numaralı küçük burjuva yapan diğer özelliği de onun ne olursa olsun hiçbir konuyu kısa anlatmak gibi bir huyu olmamasıdır.

        Mübarek adam, yayın yönetmenlerinin Marcel Proust’u gibi.

        SINIRIMIZDA ABDÖZEL GÜÇLERİ

        Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin yayın organı Military Times, sınırımıza yakın Tel Abyad’a Amerikan özel güçlerinin sevk edildiğini ve konuşlandıklarını yazdı.

        Sınırda gerginlik artarken ve karşılıklı atışlar yapılırken özel güçlerin, araçlarında Amerikan bayrağı açmış halde dolaştıkları fotoğraflar da yayınlandı Military Times’ta.

        Bu arada Washington’daki YPG bürosu, Amerikan yönetimine tam DEAŞ’ı kovmak üzereyken Türkiye’nin kendilerini tehdit ederek bunu tehlikeye düşüreceği fikrini işliyorlar. Bu propagandanın yönetimde sempatiyle dinlendiğini söyleyebilirim. Pentagon’dan gelen açıklamalar bunu gösteriyor.

        Diğer Yazılar