Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun bir psikiyatri kliniğinde geçen gerçek olaylara dayanarak yazdığı ‘Kırmızı Oda’ dizisi ve yine onun ‘Madalyonun İçi’ adlı romanından uyarlanan ‘Masumlar Apartmanı’ dizisi çok izlenmeyi ve seyircinin ilgisini çekmeyi sürdürüyor.

        Gerçek psikiyatri vakalarından yola çıkılarak hazırlanan bu iki dizinin çok İlgi görmesi ve özellikle kadın seyirciler arasında çok tartışılması, çok paylaşılması bizlere Türkiye’nin şu andaki ruhsal durumu hakkında bir şeyler söylemesi gerekiyor.

        *

        Salgının bunaltıcı hale getirdiği bu dünyada bir de ekonomik zorluklar ve gelecek kaygıları da bunun üstüne binince bence çoğumuzun ruhsal dengesi doğal olarak oldukça bozuldu.

        Bir bozulmanın olmakta olduğunu ben kendimden biliyorum. Eğer siz de kendiniz hakkında soğukkanlı bir değerlendirme yapabilirseniz siz de bizlerden pek farklı olmadığınızı göreceksinizdir. Çünkü ortak paylaşmakta olduğumuz bu hayatta (ki bu İngiliz kültür teorisyeni Raymond Williams'ın kültür tanımıdır) yaşadığımız ruhsal sorunlar da doğal olarak benzeşti.

        *

        Bunun gibi hayatın insanın üstüne normalde olduğundan daha fazla baskılar yaptığı durumlarda kadınların daha çok etkilendiğini söylemek mümkün. Çünkü kadınlar hem erkeklerden daha duyarlı hem de kendi ve sevdiklerinin hayatları hakkında daha çok hesaplaşıyorlar ve de annelik duygularıyla kendilerinden daha çok çocukları ve sevdikleri hakkında endişeler duyuyorlar. Kadınlar ülke koşullarının kendi ruhsal dengeleri üzerinde oluşturduğu baskıların farkındalar ve bir taraftan her şey normalmiş gibi gündelik yaşamı yüklenip sürdürmeye çalışırlarken bir yandan da dizilerde anlatılan özellikle ruhsal hastalık pençesine düşen kadınların hikayeleriyle de özdeşleşiyorlar.

        *

        Ben kendim üzerinde bir deney yaptım. Ruhumun daraldığı anlarda o anda hissetmekte olduğum yoğun duyguları not aldım.

        Yalıtılmışlık, anlamsızlık, bireysel ve toplumsal özgürlüklerim ile ilgili kaygılarım ve tabii ki ölüm korkusu en fazla hissetmekte olduğum duygulardı o baskı altındaki anlarımda.

        Ölüm korkusu tabii ki insan yaşamında neredeyse bir sabit veri gibidir. Hayatın her evresinde bu ölüm korkusunu hissetmek doğal olabilir. Bu Türkiye’ye özgü olmayan evrensel bir korku.

        Irwin Yalom ‘Güneşe Bakmak ve Ölümle Yüzleşmek’ adlı kitabında bu korkuyla insanın nasıl baş edebileceğini araştırıyor. Onun da dediği gibi bu korku bizim evrensel korkumuz ama hissetmekte olduğumuz diğer baskıcı duygular yani yalıtılmışlık, anlamsızlık, özgürlükler ile ilgili kaygılar da belki yine evrensel olabilirler ama özellikle özgürlükler ile ilgili kaygılar ve yalıtılmışlık duygusu Türkiye’de daha yoğun olabiliyor galiba.

        *

        ben ruhumda hissettiğim bu duyguları bir internet arama motoruna yazıp arama yaptığımda karşıma ‘Varoluşçu psikiyatri’ kavramı çıktı.bu koşullarda çok da anlaşılır biçimde benim ve hepimizin hissettiğine inandığım o baskıcı duygular bizlerin hep birlikte bir varoluşsal kriz yaşamakta olduğumuzu gösteriyor olabilir.

        ****

        Yine Irvin Yalom’un ‘Varoluşsal Psikoterapi’ çalışması bütün o saydığım varoluşsal kaygıların anlamını ve onlarla karşılaştığımız anda meydana gelen ruhi çatışma türlerini ele alıyor.

        Bu çatışmaları hepimiz ve özelikle kadınlarımız bu ülkede her gün yaşamaktalar. İnsanlar bu çatışmaların bir çözümü bulunamazsa o izledikleri dizilerdeki hayat hikayelerinden birini yaşayabileceklerini de bildiklerinden o diziler çok seyrediliyor bence. (dizilerin önde gelen karakterlerinin çoğunun kadın olması da tesadüf olmamalı. Bir Başkadır dizisi de ayrıca bu bağlamda düşünülebilir)

        *

        Baştan en azından bu çatışmaları yaşayan hiç kimse bu mücadelesinde yalnız olmadığını ve çoğumuzun kendileri gibi olduğunu bilsinler.

        İnsanımızın yaşamakta olan bu varoluşsal krizin bir çözümü de var ama bunu sadece bireysel olarak başarmamız zor olabilir. Bireysel terapilerle iyileşmek teorik olarak mümkün tabii ki ama galiba toplumumuz yarınlara tekrar umutla bakar hale gelmedikçe kolektif varoluşsal krizden çıkışımız ne yazık ki o kadar kolay olamayacak, bu görülüyor.

        Bu bağlamda ben ülke yönetiminin son günlerde vermekte olduğu daha adil, daha özgürlükçü yaklaşımlar mesajının bile varoluşsal kriz halindeki ruh halimizin tedavisi yolunda olumlu bir adım oluşturduğunu düşünüyor ve eğer bu yeni yaklaşım doğrultusunda kalıcı değişiklikler söylendiği gibi yapıldığı takdirde bir varoluş krizinde olan ülke insanımızın iyileşmeye başladığını kısa sürede göreceğimize eminim. Çünkü özetle hepimizin ruhumuza iyi gelecek bir umuda ve daha güzel yarınlar bekleyişine ihtiyacımız var. Ülke liderliğinin yeni reformlar, yeni atılımlar söylemi işte bu yüzden hem Türkiye’nin hak ettiği düzenlemelerdir hem de toplum sağlığının iyileşmesi açsından tek şansımızı da oluşturuyor galiba bu.

        (Ben Irvin Yalom’u bilimsel konuları basit ve kolay anlaşılabilir yazabildiğinden dolayı seviyorum. Herkese de kendimizi şu anda daha iyi anlamak açısından bu çalışmayı okumalarını tavsiye ediyorum)

        Diğer Yazılar