Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Oray kardeşimin babamın ölümünden yola çıkıp yazdığı son güzel yazıyı okuyunca 19 Ekim 2014 tarihinde yazmış olduğum ‘Kaç Yaşında ölmeli’ başlıklı yazımı hatırladım. Güncelliği ve benim babamın gidişi nedeniyle ölümü her zamankinden daha fazla düşünüyor olmam nedeniyle o yazıyı tekrardan yayınlıyorum:

        "Kaç yaşında ölmeli" sorusuna mümkün olduğunca “Geç olsun” diye cevap vermeyecek herhalde yoktur. Çünkü ölüm korkusu, hayatımız boyunca bizi bırakmayan, neredeyse hayatımızı zehir eden, bir o kadar da kişiliklerimizin, felsefemizin oluşması için gerekli bir duygudur.

        Bunun yaşı da yoktur. Sonunda mutlaka geleceğini bildiğimiz, kimsenin kaçması mümkün olmayan ölüm düşüncesi bizi hiç bırakmaz. Bu korkunun nasıl yenileceği konusu da henüz çözüme ulaşmamıştır. IRVIN YALOM, “Güneşe Bakmak” adlı kitabında ölüm korkusuyla yüzleşme üzerine ortaya atılan düşüncelerin bir dökümünü yapmış ve sonunda beğendikleri olsa da hiçbirinden tam tatmin olduğu söylenemez.

        Çünkü bu korku çok güçlüdür ve ondan kurtulmak oldukça zordur. Amerika’da son zamanlarda ölümle yüzleşme ve hangi tür ölümün daha doğru olduğu üzerine önemli tartışmalar yapılıyor. Şu anda ne tür sonuçlara varacağı da belli değil bu tartışmaların

        REKLAM

        Ama insanı insan yaparken, aynı zamanda onu neredeyse yarı sakat gibi bırakan bu konuyla yüzleşmek ve sonun nasıl olması gerektiği konusunda tartışmalar açmak her halükârda cesur ve güzel bir şey.

        EZEKIEL EMANUEL, The Atlantic Dergisi’nde son olarak “WHY I HOPE TO DIE AT 75” başlıklı bir makale yazdı ve tüm tartışmaların tam ortasına adeta bir bomba bıraktı. Başlıktan da anlaşılabileceği gibi yazar makalesinde, neden 75 yaşına geldiğinde ölmeyi tercih edeceğini anlatıyor.

        Ezekiel Emanuel öyle sıradan bir adam değil. National Institute of Health kurumunda “Clinical Bioethics” bölümünün başı, ayrıca Pennsylvania Üniversitesi’nde “Medical Politics and Health Policy” bölümünü de yönetiyor. Yani “tıp etiği ve ölüm, doğru yaşam nedir” gibi konuların hemen her gün içinde olan ve bu zor kavramlarla boğuşan bir bilim adamı.

        Bu yüzden böyle bir adamın neden 75 yaşına gelince ölmeyi tercih ettiği üzerine düşünüp onu anlamak lazım. Üstelik Ezekiel Emanuel’in şu anda hiçbir ölümcül hastalığı olmadığı gibi sıhhati de çok iyi. 60 yaşında olmasına rağmen son derece fit bir adam, spor yapıyor, hayli de mutlu. Yani daha uzun yaşamayı istemek için her türlü nedeni var. Ama buna rağmen 75 yaş tezinin arkasında da sonuna kadar duruyor.

        Ezekiel, 75 yaşına geldiğinde intihar da etmeyeceğini net olarak söylüyor. Sadece o yaşa yaklaşırken ileride hasta olunmasını engelleyebilecek her türlü check-up muayenelerini bırakacakmış. Örneğin, 73 yaşında kanser olursa tedaviye yönelik ilaçları almayı reddedecekmiş. Hasta olursa sadece ağrılarını azaltan ve rahat ölmesini sağlayacak türde ilaçlar alacakmış.

        O dönemde doktora gitmeyecek, tanı ve tedavi amaçlı hastaneye de yatmayacakmış. Yani bilim adamı, 75 yaşı yaklaşırken ölümünü geciktirebilecek hiçbir eyleme girmek istemiyor. Buna neden olarak da tüm bilim kitaplarından alıntılar yaparak ve toplumsal istatistikleri de kullanarak 75 yaş yaklaşınca insanın fiziksel, zihinsel ve ruhen çöküş içine girmemesinin mümkün olmadığını söylüyor.

        REKLAM

        “Hasta olmasanız da o yaş yaklaşınca eski fiziksel gücünüzün tamamen gittiğini, bunamasanız da zihninizin artık eskisi gibi tam çalışmadığını, artık topluma katkılarda bulunan tam boyutlu bir insan olamadığınızı göreceksiniz” diyor bilim adamı.

        Bu şekilde hayatı uzatmaya çalışmanın hem bireye, hem yakın çevresine, ilişkilerine ve topluma büyük bir yük olacağını düşündüğünden umudu 75 yaşında ölmek. Bunu söylerken de büyük bir neşe içinde yapıyor bunu.

        “O yaş yaklaştıkça acaba bu teorimden korkarak vazgeçer miyim, bunu henüz bilmiyorum, ama vazgeçeceğimi sanmıyorum ve bunu zaman gösterecek” diyor. Tüm çocukları, torunları, karısı ve sevdikleri onu bu kararından vazgeçirmek için uğraşsalar da o fazla taviz vermiyor ve doğru ölüm yaşının 75 olduğunu söylemeyi sürdürüyor.

        Tüm bu tartışma sürerken, ünlü bir doktor olan ve aynı zamanda New Yorker Dergisi’nde tıp yazıları yazan Operatör Doktor ATUL GWANDE de “Being Mortal” adlı bir kitap yazdı. “Ölümlü olmak” adlı bu kitabında doktor, tüm tıp biliminin insan hayatını ne pahasına olursa olsun uzatmak üzerine örgütlendiğini, ama kimsenin rahat ve sakin ölümü kolaylaştıracak tıp üzerine fazla düşünmediğini, bunun da yanlış olduğunu anlatıyor. Ona göre bizler, ölümlü olduğumuz gerçeğini kabul edip doğru ve rahat ölmemizi sağlayacak tıbbı da bulma imkânına sahip olmamız gerekiyor.

        Umarım Ezekiel, 75 yaşına gelirken Doktor Gwande’nin bu umudu gerçekleşmiş olur da tercih ettiği yaşta rahat ve acısız ölme imkânına da kavuşur.

        Tabii böylesine tartışmaları duyunca, insanın aklına otomatik olarak “yaşı ilerlemesine rağmen hâlâ aktif, zehir gibi zekâya sahip” insanlar geliyor ve insan elinde olmadan listeler yapıp “Ne yani bunlar da mı ölsün” diye düşünüyor. Örneğin, benim aklıma hemen, bugün 88 yaşında olmasına rağmen hâlâ son derece aktif, olağanüstü zeki bir hayat sürdürmekte olan babam başta olmak üzere birçok sevdiğim ve son derece aktif, mutlu hayatlar yaşayan arkadaşlarım geldi.

        REKLAM

        Kim bilir, onlar bu yazıyı okuyunca neler düşünecekler ve babamdan ne küfürler yiyeceğim diye de düşünmedim değil. Ama iki doktora göre, bu tür insanlar birer istisna, onlar birer “outliver” türü insan. Ve istisnalar her zaman olduğu gibi kuralları bozmamalı. İstisnalar her zaman olacak, ama 75 yaş sınırını da genel kural olarak koyup belki biraz o sınırı “Nasıl daha rahat yaşarız” konusu üzerine düşünmek gerekecek.

        Ben bu arada beni perişan eden bir Philip Roth romanı okuyorum. “Everyman” yaşlanırken insan vücudunun durumunu ve ölümü konu alan bir roman. Roth gibi bir yazarın elinde bu konunun nasıl işlenmiş olabileceğini, onun bizi nasıl yıpratabileceğini umarım düşünebiliyorsunuzdur.

        Kitabın başında JOHN KEATS’in “Ode to a Nightingale” adlı şiirinden bir alıntı var. Bunu aynen aktarmak zorundayım, çünkü beni çok etkiledi. Şiiri çevirmeye girişecek cesaretim yok, kusura bakmayın:

        “Here, where men sit and hear each other groan;

        Where palsy shakes a few sad, last grey hairs

        Where youth grows pale and spectre-thin and dies;

        Where but to think is to be full of sorrow.”

        Yazı bu kadardı. Bu arada yazıdaki babamdan küfrü yiyeceğim bölümünü okurken içim sızladı. O küfrü yemem imkanı ne yazık ki artık yok.

        Diğer Yazılar