Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün doğum günümde John Keats’ın yaşlılığın berbatlığını anlattığı ‘Ode To A Nightingale’ şiirinden 'Sadece düşünmeniz bile üzüntüyle dolmanıza neden olabilir' (Where but to think is to be full of sorrow) cümlesini hatırladım.

        Gerçekten de bir yaşı geçince insan kendini şöyle bir bırakıp biraz düşünmeye dalınca, hayatta yapılan yanlışlar, kaçırılan fırsatlar, bir daha öyle bir fırsatın hiç gelmeyeceğini, bir daha hiç aşık olamayacağını ve tabii ki artık teorik olmaktan çıkıp pratik gerçek haline gelen yaklaşmakta olanı yani ölümü düşünüyor.

        Doğum günümde ölüm günümü düşünmemin benim açımdan bir zor boyutu daha vardı..

        Çok uzun bir süre önce yazmış olduğum ve benim için artık ‘on the record’ halde gelen bir yazımda dediklerimi nasıl geri alırım, geri almayacaksam da yeni yaşımda bunun hakkında neler demeliyim bunu düşündüğümden dün benim için ölüm günü söylemi olarak geçti.

        19 Ekim 2014 tarihinde bu köşede ‘Kaç yaşında ölmeli’ başlıklı bir yazı yazdım.

        O günlerde Batı yazı aleminde The Atlantic dergisinde yayınlanan Ezekiel Emanuel’in yazdığı ‘Neden 75 yaşında ölmeyi umuyorum’ başlıklı yazısı çok tartışılmıştı. Ben de yazarın argümanını sağlam bulduğumdan 75 yaşında ölmenin makul bir arzu olabileceğini söyleyen o yazıyı yazdım.

        Tabii şimdi anlaşılıyor ki zamanın nasıl acımasız olabildiğini ve ne de çabuk geçebildiğini yine unutmuş ve hayat bilgisi dersimi iyi almamışım hala daha. Çünkü o yazıyı yazdığımda 59 yaşındaydım ve 75 yaşın çabuk hayatıma dayanmayacağını düşünüyordum nedense. Şimdi dün itibariyle 67 yaşıma girdim. Yani 75 yaş sadece ufukta olan bir şey değil artık o yaş benim şimdiden hayatımda bile. Bu yüzden dün bütün gün 75 yaş argümanından nasıl geri adım atarım ve acaba o yazıda hala daha ısrarlı olmamın yararı var mıdır diye düşündüm. Bunu birey olarak korkaklığım olarak alabilirsiniz ama bugün The Atlantic’de çıkmış o yazının orijinal anlamını ve bizler açısından ne tür anlamlar içerebileceğini yeniden düşünmek gereği hissediyorum. Bu zor konuda bir toplumsal diyaloğa ihtiyaç olduğu da kesin.

        O yazıda ne deniliyordu ve denilen bizim için neden önemli

        O yazıda ne deniliyordu ve denilen bizim için neden önemli
        0:00 / 0:00

        The Atlantic Dergisi’nde “WHY I HOPE TO DIE AT 75” başlıklı bir makale yazarak ve tüm tartışmaların tam ortasına adeta bir bomba bırakan Ezekiel Emanuel öyle sıradan bir adam değil. National Institute of Health kurumunda “Clinical Bioethics” bölümünün başı, ayrıca Pennsylvania Üniversitesi’nde “Medical Politics and Health Policy” bölümünü de yönetiyor. Yani “Tıp etiği ve ölüm, doğru yaşam nedir” gibi konuların hemen her gün içinde olan ve bu zor kavramlarla her gün boğuşan bir bilim adamı.

        Bu yüzden böyle bir adamın neden 75 yaşına gelince ölmeyi tercih ettiği üzerine düşünüp onu anlamak lazım. Üstelik Ezekiel Emanuel’in o yazıyı yazdığı anda hiçbir ölümcül hastalığı olmadığı gibi sıhhati de oldukça iyiydi. O gün 60 yaşında olmasına rağmen son derece fit bir adam, spor yapıyor ve hayli de mutluydu. Yani daha uzun yaşamayı istemek için her türlü nedeni vardı. Ama buna rağmen 75 yaş tezinin arkasında da sonuna kadar duruyor.

        Ezekiel, 75 yaşına geldiğinde intihar da etmeyeceğini net olarak söylüyor. Sadece o yaşa yaklaşırken ileride hasta olunmasını engelleyebilecek her türlü check-up muayenelerini bırakacakmış. Örneğin, 73 yaşında kanser olursa tedaviye yönelik ilaçları almayı reddedecekmiş. Hasta olursa sadece ağrılarını azaltan ve rahat ölmesini sağlayacak türde ilaçlar alacakmış.

        O dönemde doktora gitmeyecek, tanı ve tedavi amaçlı hastaneye de yatmayacakmış. Yani bilim adamı, 75 yaşı yaklaşırken ölümünü geciktirebilecek hiçbir eyleme girmek istemiyor. Buna neden olarak da tüm bilim kitaplarından alıntılar yaparak ve toplumsal istatistikleri de kullanarak 75 yaş yaklaşınca insanın fiziksel, zihinsel ve ruhen çöküş içine girmemesinin mümkün olmadığını söylüyor. Yazar bu çöküş sürecini tıbben uzun kılmanın doğru olmadığını düşünüyor.

        "Hasta olmasanız da o yaş yaklaşınca eski fiziksel gücünüzün tamamen gittiğini, bunamasanız da zihninizin artık eskisi gibi tam çalışmadığını, artık topluma katkılarda bulunan tam boyutlu bir insan olamadığınızı göreceksiniz” diyor bilim adamı.

        Bu şekilde hayatı uzatmaya çalışmanın hem bireye, hem yakın çevresine, ilişkilerine ve topluma büyük bir yük olacağını düşündüğünden umudu 75 yaşında ölmek. Bunu söylerken de büyük bir neşe içinde yapıyor bunu.

        Ölümlü olmak

        Ölümlü olmak
        0:00 / 0:00

        Bu konu gördüğünüz gibi üzerinde muhakkak tartışılması gereken hem de bir o kadar tartışması zor olan bir konu. Konu çok zor çünkü ölüm korkusu istisnasız her insanın küçük yaşından bu yana birlikte yaşadığı ve baş etmeyi bir türlü öğrenemediği duygu.

        Yani konu açıldığında işe bilimsel veriler yanı sıra insani her duygu, her önyargı da işe karışacak. Bu yüzden konu hakkında fikir bildirmeden meseleyi çok yönlü düşünmek açısından bir kitap önerim daha olacak. (Babamın ölümünden sonra yazmış olduğum ‘Kaç Yaşında Ölmeli’ başlıklı 2 Şubat 2021 tarihli yazımda da bu kitabı önermiştim.)

        Ünlü bir doktor olan ve aynı zamanda New Yorker Dergisi’nde tıp yazıları yazan Operatör Doktor Atul Gwande “Being Mortal” adlı bir kitap yazdı. “Ölümlü Olmak” adlı bu kitabında doktor, tüm tıp biliminin insan hayatını ne pahasına olursa olsun uzatmak üzerine örgütlendiğini ama kimsenin rahat ve sakin ölümü kolaylaştıracak tıp üzerine fazla düşünmediğini, bunun da yanlış olduğunu anlatıyor. Ona göre bizler, ölümlü olduğumuz gerçeğini kabul edip doğru ve rahat ölmemizi sağlayacak tıbbı da bulma imkânına sahip olmamız gerekiyor.

        Konuyu düşünürken düşünme sürecimizde bu meseleye de mutlaka sağlam bir zemin hazırlamamız gerekiyor.

        Korkuyla nasıl yüzleşeceğiz

        Korkuyla nasıl yüzleşeceğiz
        0:00 / 0:00

        Dediğim gibi ölüm korkusunun yaşı da yoktur. Sonunda mutlaka geleceğini bildiğimiz, kimsenin kaçması mümkün olmayan ölüm düşüncesi bizi hayatımız boyunca bir şekilde hiç bırakmaz. Bu korkunun nasıl yenileceği konusu da henüz çözüme ulaşmamıştır. Irwin Yalom, “Güneşe Bakmak” adlı kitabında ölüm korkusuyla yüzleşme üzerine ortaya atılan düşüncelerin bir dökümünü yapmış ve sonunda beğendikleri olsa da hiçbirinden tam tatmin olduğu söylenemez.

        Felsefe okumak ve felsefi düşünmek bizleri hayatta birçok zorluğa hazırlayabilir. Ama ölüm korkusu gibi bir yaygın ve derin üst-korkuyla başetmemiz için felsefenin bize gerektiğince yardımcı olabildiği de şüpheli ama arayış da yine de sürmeli. Çünkü çözüm hala daha elimde olmasa da ölüm korkusuyla yüzleşmemize yardımcı olacak düşüncenin sadece felsefe tarihinde bulunacağına yine de eminim. Arayış devam etmeli. En azından geride ne kaldıysa onun sakin ve huzurlu geçmesi için buna ihtiyaç olduğu kesin.

        Diğer Yazılar