Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Gazetelerin yükseliş ve çöküşü dönemlerinde mesleğin neredeyse her aşamasında çalışan ve bu dönemlerin yakından şahidi olarak, gazeteleri özlediğini onların kokusunu hatırladığıyla ifade eden insanlar kadar sinirimi bozan başka bir şey herhalde yok.

        Abartılı konuşmuş olmamak için sinirimi bozan başka şeyler tabii ki var ama bu gazete kokusu söylemi hayat tarzı olarak gazeteciliği özleyen benim gibi insanlara özellikle sinir bozucu geliyor.

        Kağıt baskı gazetelerin ölümünden sonra onlara duyduğu özlemi bilgiç surat ifadesiyle "Gazetelerin kendine has kokusu vardır, sabah bir bardak çay yanında gazete okumayı bu yüzden özlüyorum" diyen erkeklere (bu tür insanlar genellikle nedense erkek oluyorlar. Gazeteleri kokularıyla hatırlayan kadın şu ana kadar ben tanımadım.) "Ne yani çay yanında simit yerine gazeteyi yemeyi mi düşünüyordun. Gazetenin kokusu yerine içinde yazılanları manşetleri yazarlarını özlesene" demek hep istemişimdir. Şimdi durup dururken bu konuyu neden hatırlayıp gündeme getirdiğimi daha sonra açıklayacağım tabii ki.

        Dediğim gibi gazetelerin yükseliş ve düşüş dönemlerinde mesleğin her aşamasında çalışmış olduğumdan ve bu görevlerin bazıları akşam ilk baskıyı matbaadan çıkar çıkmaz görmemi gerektirdiğinden koku nostaljisi yaşadığı söyleyen okurlardan çok daha fazla yeni basılmış gazete kağıdının nasıl koktuğunu iyi bildiğimi sanıyorum (bu sanıldığı gibi harika bir koku da değildir). Ama gazete dönemine dair en çok özlediğin nedir deseniz kokular dışında her gün gazetede buluşup çalışmanın getirdiği entrikalarıyla, dedikodularıyla hayat tarzıdır özlediğim derim.

        Neyse merak etmeyin bu gazete kokusu konusu benim için önemli diye bu konuda neredeyse ‘Savaş ve Barış’ romanı kadar uzun olan bir yazı da yazacak değilim.

        Konuyu burada keserken bu mesele neden aklıma geldi onu açıklayayım bari. New York Times’tan öğrendiğime göre 'A Factotum in the Book Trade' adlı Marius Kociejowski’nin yazdığı kitap yayınlanmış. Eski ve ikinci el kitaplar yanında koleksiyona yönelik değerli kitapların da satıldığı bir kitap dükkanında çalışmış olan yazar deneyimlerini kitap haline getirmiş.

        Yazarın dükkana gelen müşteriler hakkında yaptığı gözlemler nedeniyle gazete kağıdı kokusu meselesi aklıma geldi ve sonra başka bazı hatıralar da canlandı kafamda, şimdi sırasıyla bunlara geçelim…

        Eski kitap kokusu

        Eski kitap kokusu
        0:00 / 0:00

        Gazete kağıdında olduğu kadar belki de ondan daha fazla koku eski kitaplarda da gayet tabii ki var.

        Eski kitap satan dükkanda çalışma yıllarını anlatan yazar eski kitap kokusundan hoşlandığını yüksek sesle ifade eden müşteriler kadar sinirini bozan başka bir şey olmadığını ve bu tür insanların acilen dükkandan atılmaları gerektiğini düşünüyor.

        Bu konuda hisleri öyle güçlü ki yazarın onları dükkandan kovmadan önce Ortaçağ'a ait kitaplar da satılan bir ortamda olduğundan onlara önce işkence yapmayı bile düşünebileceği yolunda bir duygum da oluştu.

        Eski ve değerli kitaplar satıcısı, gazetede olduğu gibi eski kitaplar hakkında da onların kokusuyla ve kitapların deri cildinin kalitesiyle erkeklerin özellikle ilgilendiklerini bunun da erkeklerin yüzeysel olanla daha çok tatmin olmalarıyla bağlantısı olduğunu düşünüyor.

        Yazara göre kadınlar eski kitapların içinde yazılanlar ile ilgilenirken erkekler daha çok kitabın cilt kapağının kalitesi ve kokusuyla ilgilenmekle yetinebiliyorlar.

        Erkeğin yüzeyselliği ile birçok eski denemesi bulunan bir yazar olarak erkek ilkelliği hakkındaki bu yeni yaklaşım bana hayli orijinal ve ilginç geldi. Bunun doğru olduğunu ve üzerinde acilen çalışmaya ihtiyaç olduğunu da düşünüyorum şu anda.

        Mistik bir güç mü var yoksa

        Mistik bir güç mü var yoksa
        0:00 / 0:00

        Jonathan Franken’ın ‘How to Be Alone’ ve Jonatham Lethem’in ‘The Ecstacy of Influence’ adlı makale derlemeleri kitaplarını bir arada okudum.

        Genelde negatif olanlarına alışık olduğumdan bu defa hayatımda galiba pozitif bir akım veya mistik bir etkileşim var diye beni düşündüren konu yeni başladığım Lethem kitabının beşinci sayfasının başlığının ‘The Used Bookshop Stories’ (Kullanılmış -eski- Kitap Dükkanı Hikayeleri) olmasıydı. Tam da ben bu konuyu düşünmeye başlamışken yeni başlamış olduğum kitapta bu konunun yer alması beni hem olası mistik güç açısından heyecanlandırdı ve hayatımda pozitif gelişmeler olacağı beklentisini yarattı.

        Neyin beni heyecanlandırabildiğini ve pozitif beklentilerimin nelerden oluşabildiğini bu şekilde görünce hayatımın normalde çok sıkıcı ve çıldırtıcı bir şekilde tekdüze olduğunu düşünürseniz, eh haklısınız demek zorundayım. Ancak galiba bu tür yaşamak yazarlığa en uygun düşen hayat tarzı da olabilir. Bahsettiğim iki kitabında da yazarlar ‘nasıl yalnız olunmalı’ sorusuna cevaplar arıyorlar aslında. Kitap okumanın bu kadar azaldığı bir çağda eski kitaplar satan bir dükkanda satıcı olarak çalışmanın bir yazara en uygun bir ek iş olduğu bence muhakkak. Bu tür yerlere fazla müşteri gelmediğinden satıcı bir de yazarsa mutlaka okuması gereken kitapları, çalışırken de okuyabiliyor. Lethem’in kitabında okuduğum bu hayat hikayesi doğrusu beni kıskandırdı. Üstelik o hikayede yazar maaş olarak bazen nadir bulunan kitapları kendisine de alabiliyormuş.

        New York'ta özlediğim tek yer

        New York'ta özlediğim tek yer
        0:00 / 0:00

        Dijital dönüşüm üzerine çalışma ve ardından da Washington muhabirliği derken Amerika’da geçirdiğim beş yılık süre beni oldukça yıpratmış. Amerika’nın bazen acımasız olabilen gündelik yaşam zorluğu beni oldukça yormuş bunu şimdilerde daha çok fark ediyorum.

        Geçmiş yıllarda oraları bırakıp döndüğümde her defasında New York’u bir süre sonra özlemeye başlardım. Şimdi de o beş yıl içinde çekmiş olduklarım nedeniyle şimdi hiç özlemediğim gibi, hatta bir filmde tanıdığım sokakları gördüğümde bile içim bir tuhaf oluyor, "İyi ki orada değilim" diyebiliyorum.

        Ama itiraf etmeliyim ki hala daha New York’ta özlediğim sadece bir tek yer var. Yorgunluğunu ve masrafı göze alacak olsam oraya uçup akşamüstü özlediğim yeri ziyaret edip İstanbul'a gece uçuşu ile dönebilirim bile.

        Özlediğim o yer Strand kitap dükkanı. Şehre her gelişimde saat kaç olursa olsun, başka ne işim olursa olsun ilk ziyaret ettiğim yer Strand kitap dükkanıdır. Dükkan Union Square Park'tan 14’üncü sokak ile altıncı cadde köşesinden güneye doğru yürüdüğünüzde birkaç sokak sonra solunuzda. İçinde hem güncel kitaplar var hem de ikinci el ve ayrıca nadir kitap bölümü de bulunuyor.

        Şehirde gençken hayatta olan biteni anlamak için New York Post’un dedikodu sayfalarını okurdum. Şimdilerde kim kiminle nerede ne yapmış beni artık ilgilendirmediğinden şehrin kültürel hayatı hakkında bilgilerimi Strand raflarındaki kitaplara bakarak çıkarabiliyorum. Hangi kitap talep ediliyor hangisi çok tartışılmış hangi yazarın konuşması olacak ona bakıp şehir hayatının güncel kültürel durumu hakkında bu şekilde bilgi toplayabilmek beni mutlu ediyor artık.

        Diğer Yazılar