Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İNFAZLARININ yıldönümü olduğundan Adnan Menderes ve arkadaşları neredeyse 10 gündür çok yoğun tartışılıyor. Belgeler, tartışma programları ve yazılarla Adnan Menderes'in hayatının her alanı konuşuldu. Benim dikkatimi çeken, bu diyaloğa katılan insanların çoğunluğunun gerçeklere sadık kalmak kaygısı taşımamaları oldu. Herkes bugünkü konumuna ve ideolojik tavrına göre gerçeği bir yerinden tutuyor ve kendi Adnan Menderes'ini tanımlıyor. Bu, sosyal ve siyasi süreçler hakkında fikir bildirirken belki kaçınılmazdır, ama ben yakın geçmişi ele alırken mutlaka bilimsel kaygımızın da olması gerektiğini düşünüyorum. Hele Demokrat Parti olayında bilimsel objektiflik sağlamak için yeterli koşullar var.

        Ben bu gerçeği tamamen tasadüfi olarak başka bir konuda çalışırken keşfettim. Bu süreci anlatacağım ki benim tanımlayacağım Adnan Menderes'i nasıl çözümlediğimi siz de net görün istedim.

        "Cumhuriyet dönemi Türkiye ekonomisi" üzerine bir doktora tezi çalışması yapıyordum. Metodolojisi Marksist olan bir tezdi bu ve bu nedenle yıllar içinde Türk ekonomisinde değer yaratma ve artık değeri aktarma süreçlerini inceliyordum.

        Cumhuriyetin kuruluş döneminde neredeyse sıfırlanmış Türk ekonomisini baştan kurma zorunluluğu vardı. Atatürk kritik bir karar vermek zorundaydı. Ekonominin kurulabilmesi için bir değer yaratılması ve bunun da ihtiyaç duyulan sektörlerin kurulması için merkeze aktarılması gerekiyordu. Kuruluş döneminde bu ekonomik değeri yaratabilecek tek bir kesim vardı; o da köylülüktü. Yani anlayacağınız köylülerin yaratacağı değerin bir bölümüne devlet tarafından el konulacak bu da ekonominin diğer sektörlerine aktarılacaktı.

        Bu Marksist terminolojide köylünün yarattığı artık değere el konulması yani sömürülmesi demekti.

        Köylülüğe yaklaşım, kuruluş yıllarında ağırlıklı olarak sömürü üzerine kurulmuştu. Sömürülen sınıf köylülük, siyasi süreçlerin de dışında tutulmuş ve sosyal açıdan da dışlanmıştı. "Köylü milletin efendisidir!" lafı hem artık değer sömürüsünü anlatıyordu hem de gerçekte olanların etkisini yumuşatmak için söylenmişti.

        Sömürülen sınıf köylülüğün temel ideolojisi dindi. Dini değerler onların hayata bakışını, ideolojik tavrını belirliyordu.

        Köylülüğün sömürülmesi kararı, bu sınıfa duyulan özel bir nefretten kaynaklanmıyordu. Aksine tamamen ekonomik zorunluluklardan dolayı oluşmuş bir durumdu.

        Atatürkçülüğün halktan kopuk olduğu ve Atatürkçü zihniyetin dine uzak durduğu, hatta düşman olduğu görüşleri, kuruluş yıllarındaki bu zorunlu durumdan kaynaklanır.

        Atatürk'ün ölümünden sonra köylülüğe yönelik tavırlarda sertleşmelere yol açan bazı kişisel ideolojik takıntılar da oldu. Sonunda cumhuriyetin halka karşı olduğu, köylülüğü dışladığı ve onun ideolojisi olan dine de düşman olduğu izlenimi doğdu.

        Demokrat Parti, cumhuriyet döneminde ilk kez köylülüğü sistemin içine çekip onları sadece merkeze artık değer sağlayan bir sınıf olmaktan çıkarmaya girişti.

        Artık köylüler ekonomik sisteme tüketici olarak, siyasi sisteme de aktif seçmenler ve seçilenler olarak eklemlenecekti.

        Böylece Demokrat Parti, cumhuriyetin kuruluş yıllarında zorunlu olarak sistemden dışlanmış dini duyguları da köylülüğün sisteme dahil edilme sürecinde aktif biçimde kabul etti ve sistem içine çekilen dini duyguları, cumhuriyet sistemimizde ilk kez tanımlayıcı unsur haline getirdi.

        Tez çalışmamın sürecinde bulduğum bu bilimsel gerçek, benim AK Parti'nin Demokrat Parti'nin gerçek vârisi olduğunu ve Demokrat Parti'den AK Parti'ye düz bir bağlantı çizgisi çekilebileceğini yazmama neden oldu. Bunu benden çok daha sonra AK Partili yöneticiler de söylediler.

        Hâlâ daha kuruluş yıllarındaki zorunlu koşulların getirdiği duruma takılıp kalmış olan askerler ise değişen koşullara adapte olamadılar ve Demokrat Parti'nin köylülüğü ve dini sistemin içine entegre etme girişimlerini affedemediler.

        Ben bu yüzden tezimi yazdığım günden bu yana 1960 ihtilalinin gerçek nedenini, sistemin "koruyucularının" dini duygulara ilk gerçek sert tepkisi olarak görmüşümdür.

        Yine bu yüzden tezimi yazdığım günden bu yana Adnan Menderes'in; hakkında çıkarılan asılsız ve abartılı söylentiler nedeniyle değil, kuruluş yıllarının zorunlu ideolojik koşullarında takılıp kalmış askerlerin, köylülüğün ve dinin sistemin içine entegre edilmesine duydukları tepkiden dolayı idam edildiğini düşünmüşümdür. Adnan Menderes Türkiye'de dindar insanların özgürlüğü ve hakları için gerçekten mücadele etmiş bir insandır, bu yüzden de AK Parti ile aralarında gerçekten kardeşlik vardır.

        Cumhuriyet dönemini anlamak için bu ekonomik modelle çalıştığımdan, Cumhuriyet Halk Partisi'nin temelde yanlış olan çünkü sadece bir dönemin zorunluluklarını yansıtan ideolojiyle yaşamaya çalıştığını ve Adnan Menderes'in gerçekte dindar olup olmadığının önemli olmadığını, çünkü onun tarihin zorunluluklarını yerine getirirken dindar insanların haklarını koruduğunu ve son olarak da AK Parti'nin iktidarının ilk yıllarında cumhuriyeti sağlamlaştırdığını, hatta koruyup kolladığını düşünmüşümdür.

        Diğer Yazılar