Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son birkaç hafta herhalde hayatımın en mutsuz günleri olmalıydı. Başta derin mutsuzluğumun nedenini hemen kavrayamadım. İçim boşalmış gibiydi sanki; hayat amacım birden yok olmuştu; kendimi dolduruşa getirip biraz canlanma girişimlerim de nafileydi. Sonra birden çözüverdim meseleyi, her şey kısa yazma kararımla bağlantılıydı. Kısa yazdığımda içimdeki ateş ölüyordu, kendime yazar diye yüklediğim anlamlar yok oluyordu. Ben yazının krallığını ilan ettiği 1970’lerin New York’una da yetiştim. O günlerde aklınıza gelebilecek her türlü konuda deney yapmaktan korkmayan, üsluplar denemekten çekinmeyen birçok yazar vardı. Ve bazı efsanelerin yetiştiği günlerdi onlar. Mükemmele yakın yazılar siyasi konularda değil rock eleştirisi, alternatif kültür denemeleri gibi konularda çıkıyordu. Ben yazar olmaya, film eleştirileri okuyarak karar vermiştim.

        Hâlâ sokakta bedava dağıtılan Village Voice Dergisi’nde Andrew Sarris ile New Yorker Dergisi’nden Pauline Kael, farklı ve hatta zıt ekollere ait yazarlar olarak her yeni filmden sonra eleştirileriyle birbirlerine giriyorlardı. Sarris film eleştirisinde, her filmin yönetmeninin bir romancı gibi yaratıcı vizyonundan ibaret olduğunu anlatan “Auteur” teorisiyle, Kael ise her filmin toplam bir yaratıcılık çalışması olduğunu ve filmlerin de bu yaratıcı toplam enerjinin farkında olarak anlaşılabileceğini savunan müthiş yazılarıyla birbirlerini eleştirirlerdi. Bunlara bir de New York Times’ın eleştirmeni katıldığı zaman, o kavganın verdiği entelektüel zevk muhteşem olurdu.

        Benim için New York’un en güzel günleri, yeni vizyona girmiş olan filmi izledikten sonra Sarris’in ve Kael’in o filmi eleştiren yazılarını beklemekten ibaretti. Yazının sadece entelektüel birikimin sergilendiği bir alan olmadığını, aynı zamanda okuyana keyif veren bir şov da olduğunu o zaman iyi anlamıştım. Konusu ne olursa olsun beceriyle yazılmış ve keyif veren uzun yazıya saygım o günlerden beri hiç eksilmedi. Sonra yıllar geçti, şansım yaver gitti, köşe yazarı oldum. Bana hiç durmadan “Kısa yaz” diyen müdürlerim hep oldu, ama ben hiçbir zaman onların arzu ettiği kadar kısaltamadım. Sonra maalesef 21’inci yüzyıl başladı. Ve yine maalesef okuyucu beynindeki değişimi inceleyip anlamaya başladım. Ve gördüm ki, artık kısa yazmak bir opsiyon değil zorunluluk haline gelmiş durumda. 1970’lerdeki o Sarris ve Kael’in yazıları bugün yazılsaydı, okunması mümkün değildi. Okunsalar bile beyinlerin anlaması artık imkânsızdı. Bu acıklı bir şey ama ne yapalım, yeni gerçeğimiz artık. Hâlâ yazı denemeleri yapabildiğimiz bu medya yani kâğıt baskı, eğer tamamen ölürse yerine gelecek belliydi; akılı cep telefonları yeni gazete okuma ortamları oluyordu.

        Değişim çoktan başlamıştı ve bize ne zaman sıra geleceğini beklemeye mahkûmduk.. Ve ben aslında bu değişimi kalbinde istemeyen bir insan olarak, kaçınılmaz olana en fazla hazırlık yapan gazeteci olayım diye yola çıktım. Yeni sistemleri inceledim, yeni beyinlere en fazla uyan yayının nasıl yapılacağını araştırdım ve artık yazıda kısa olmanın normunu da çıkarmaya giriştim. Bunun yapılabilir olduğunu biliyordum, denemem de lazımdı. Bir gün gelecek ki bizler artık her yazının, her haberin en fazla 3 twit uzunluğunda yazıldığı ortamlarda yaşamak zorunda kalacağız. Marshall McLuhan’ın dediği gibi, ortam mesajdır, yani ne denildiği değil onun hangi medyada denildiği önemlidir; çünkü medyanın kendisi mesajı oluşturur. Siz cep telefonundan okunacak içeriği uzun yazamazsınız, belki yazı da tamamen ortadan kalkabilir ve biz yazarlar sadece video filmlerine anlamlı kısa alt yazılar yazmakla görevli hale gelebiliriz. Her tür gelişmeye hazırlıklı olmak lazım. Ve ben, hayatım boyunca 1970’lerin ruhunda bir yazar olmak için uğraşmış bir insan olarak o güne en fazla hazırlıklı gazeteciyim diye inanıyorum; sistemlerini de biliyorum, ne tür içeriğe ihtiyaçları olduğunu da... Ama o güne kadar McLuhan’ın “Ortam mesajdır” tespitine uygun olarak hâlâ kapsül gibi yazmamızın pek de uygun olmadığı bu ortamlarda yazarlık ustalıklarını gösterecek yazı denemelerine girişme imkânımız da var. Bir de şu da var: Özellikle Türkiye bugün bir çalkantıdan geçiyor, bundan nasıl çıkılacağını bulabilmek için tartışmaya, diyaloğa, iç hesaplaşmalara ihtiyaç var.

        Siz bir fikri kısa anlatacağım diyerek bu ihtiyaca karşılık veremezsiniz. Bugün insanlar bir fikrin bütün yönleriyle tartışıldığı yazılara ihtiyaç duyuyorlar. Beyinlerin açılmak için yardıma ihtiyacı var; kısa yazarsanız beynin kapanması sürecine katkıda bulunursunuz. Bu nedenle hem beni mutsuz ettiği için hem de okuyanın mutsuzluğuna katkıda bulunduğundan kısa yazmaktan şimdilik vazgeçtim. Eğer yarın bu ortamdan çıkıp başka ortamlara uygun içerik üretmemiz beklenirse ona da hazırım, ama şimdilik kendimi mutlu etmeyi sürdüreceğim.

        Diğer Yazılar