Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YAZARLIĞA 25 yıl kadar önce Hürriyet Gazetesi’nin Washington temsilcisiyken başlamıştım. Bir mizah yazarıydım ve yaşananları abartılı bir şekilde anlatma üslubum o yıllarda hayli tutmuştu.

        Şimdi genç okuyucularım, bir kısmı geç doğdukları için haklı olarak o günleri bilmiyorlar. Bu yüzden artık pazar günleri mizah nostaljisi yaparak o günlerde yazmış olduğum yazıları tekrar yayınlayacağım.

        İlk yazıda Washington’da beni Yayın Yönetmenim (Ertuğrul Özkök) ziyarete gelmiş. İşte o ziyaret sürecinde olanlar...

        EKMEK PARASI

        Benim yaşama yönelik üslubuma alışık olan okuyucuları bu yazıda hayal kırıklığına uğratacağım için şimdiden özür diliyorum.

        Doğal tepkilerimi veremediğim, örneğin beni sinirlendiren kişiyi ağır biçimde sakatlama, vahşice öldürme girişimlerinde bulunamadığım bir olaylar zincirini anlatacağım.

        Olay şöyle başladı... Genel Yayın Yönetmenim 48 satliğine Washington’a geldi. Uçağı yerel saatle 19.08’de indi.

        Kapıdan 19.12’de çıktı. Saat 19.14’te ben önümüzdeki 48 saatin oldukça zorlu geçeceği yolunda ilk sinyalimi aldım.

        Daha hoşgeldiniz bile diyemeden evimde kaliteli şarap ve bira olmadığı için beni azarladı.

        Üstelik de haklıydı. Bunu bana sormadan, evimi bile daha görmeden nasıl bilebildiğini merak ettim. Sonra New York’tan Washington’a o gün gelebilen tek uçağın onunki olduğunu, diğerlerinin hava koşulları nedeniyle iptal edildiğini hatırladım.

        Doğaüstü güçleri olduğu yolundaki kuşkularım doğrulanmıştı.

        Dışarıda yemeğe götürme teklifimi reddetti. Televizyonda kendisinin 9, benim de 4 kez görmüş olduğumuz filmi tekrar izlemek istediğini söyledi. Ona rejim yapmaya çalıştığımı söylemiştim, o bunun üzerine pizzacıdan her bir lokması 2 bin kalori civarında olan bir büyük pizza istedi.

        Pizzayı ikimizin de ezbere bildiğimiz filmi seyrederek yemek istediğini bildirdi.

        Benim evimde (bu laf aslında teknik açıdan yanlış oldu; çünkü o ev Yayın Yönetmenim geldiği anda benim olmaktan çıkmış gibiydi) onu kızdırmamak için masanın üzerinde durmakta olan yüzlerce kitap ve dergiyi indirdim, masayı televizyonun karşısına taşıdım.

        Bir sahnede çok eğlendi. Steven Seagal bu sahnede, hafif kızdığı bir adamın önce gözlerini çıkarıyor, sonra belini kırıp yüksekten yere atıyordu.

        New York’tan kalkabilen tek uçakla gelen, buzdolabımda olanları telepatiyle bilen ve eğlence anlayışı hayli tuhaf olan bu adamdan artık korkmaya başlamıştım. İşten atılma korkusu değildi bu. Artık önemli olan, bu ziyaretini ölmeden, sağ salim atlatabilmekti.

        Bu arada apartmanda yangın alarmı çaldı. Kurallar gereği evi terk etmek lazımdı.

        Kendisinin aşağıya kesinlikle inmeyeceğini, filmi yarıda kesmesinin imkânsız olduğunu söyledi.

        Aman Tanrım, önceden 9 kez seyretmiş olduğu bir filmi tekrar seyredebilmek için cayır cayır yanmayı göze alan bir zırdeliyle aynı çatı altında hapis kalmıştım.

        Neyse, her şeyin bir yanlış alarm olduğu anlaşıldı da rahatladım.

        O hayatında ilk kez saat 23.00 civarında uyudu, jet lag olduğu için gerçekleşmişti bu mucize. Geldiğinden bu yana sadece 3 saat geçmişti ve gitmesine maalesef 45 saat daha vardı.

        Ben sabaha karşı 02.00’de uyuyabildim. 02.45’te büyük bir gürültüyle uyandım. Bizi kesip, sonra iğfal edip ardından cesetlerimizi yakacak katili evde bulmak için dolaşmaya başladığımda, Yayın Yönetmeni’nin büyük neşeyle kendisine kahvaltı hazırlamakta olduğunu gördüm.

        Büyük ihtimalle o an ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizginin ölüm tarafına adım atmakta olduğunun farkında değildi.

        Çünkü o saatte bile durmadan anlattıklarını pür dikkatle dinlememi bekliyordu. Arada sorular sorup dinleyip dinlemediğimi test de ediyordu.

        Bir ara sakin bir şekilde bilgisayarımın başına oturup, istifa dilekçemi yazıp ona verdikten sonra, okuduğu sırada onu ani ve kanlı vuruşlarla öldüreyim diye düşündüm. Ancak bunu yapmak için nedense çok yorgundum, galiba yarım saat kadar uyku bana yetmemiş olmalıydı.

        Sonra televizyonda sabaha karşı 03.00’te başlayan filmi birlikte seyretmeye başladık.

        (“Maymunu Tokatlamak” adlı kitabımdan alındı.)

        Diğer Yazılar