Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ANNAN Planı’nı başından sonuna kadar, cümlelerin altını çizerek okuyan, hayli karmaşık ve detaylı olduğu bilinen Avrupa Birliği mevzuatını neredeyse ezbere bilen, romantik bir gece anlayışı “masada Türk dış politikasının detayları üzerine tartışmak”tan ibaret olan ilk ve tek insan, Hürriyet’in yayın yönetmeni oldu.

        Düzenlenen törende yaptığı konuşmayı baştan sona okudum. Bu da benim için bir ilki oluşturuyordu.

        Çünkü bir defa onu sonuna kadar okuyayım dedim, son bir türlü gelmedi. Balyoz davasını ele almaya karar verdiğinde yazının bitmesi 45 gün aldı.

        Türk insanının hafızası, dizi arasındaki son reklamın son saniyesine kadar olabildiğinden yazı da boşa gitti; çünkü 45 gün sonra bittiğinde ilk gün nasıl başlandığını (büyük ihtimalle Sedat da dahil) hiç kimse hatırlamıyordu.

        Objektif ve dürüst bir gazetecidir, her olayda her tarafın görüşlerini tam verme ilkesi vardır. Bu nedenle “Objektif olacağım” derken, “Herkes sözünü duyursun” diye uğraşırken olayın asıl nedenini de kaçırır.

        Gazetecilik anlayışımız bu açıdan tamamen zıt. Ben olaylarda hiçbir tarafın görüşünü almam, sadece kendi görüşümü yazarım ve o da genelde doğru olur. Bir diğer özeliğim de gazeteci olarak çok mütevazı olmamdır.

        Sedat benim yayın yönetmenim olsaydı, bana eminim “Git tarafların görüşünü al” derdi. Bunu daha önce deneyen yayın yönetmenleri de oldu (sonucuna da katlandılar). Ben insanlarla hangi nedenle olursa olsun konuşmaktan hoşlanmadığım için, tarafların görüşlerini onlarla konuşmadan kendim yazardım. Böylece o görüşler daha derli toplu, daha bir mantıklı olurdu.

        Ben Türk halkının konuşmaya başladığında mantıklı olabileceğine inanmıyorum. Sedat ise yaptığı konuşmada halka saygılı olacağını söylemiş.

        Bu hatasını onun bugüne kadar halkı fazla tanıma imkânı bulamamış olmasına bağlıyorum ve yakında bunu düzelteceğini umuyorum. Bir de yaptığı konuşmadan bir şey anlamadım. Demiş ki: “Geçmişiyle, bugünüyle ve geleceğiyle tek bir Türkiye var ve Türkiye hepimizin.”

        Cümlenin neredeyse tamamına katılıyorum, sadece bir kelime hariç. O da “geleceğiyle” kelimesi. Gelecek kavramının Türkiye bağlamında ne anlamı olabileceği konusunda bir fikrim yok, öyle bir gelecek olduğu konusunda da kuşkuluyum. Eğer Cumhurbaşkanı filan emreder de illa bir gelecek olacaksa, bunun hepimizin Türkiye’sinde olacağına pek emin değilim. Çünkü o gelecekte en azından benim olmayacağım kesin.

        Size bir şey söyleyeyim mi, Sedat’ın döneminde Hürriyet’in sayfa sayısının mutlaka artırılması gerekiyor ve eğer o bir gün başyazı yazarsa iki birinci sayfa olması gerekecek. Çünkü onun tek yazısı bir sayfayı kaplar.

        Hatta Hürriyet’i her gün Britannica ansiklopedisi gibi fasikül fasikül verseler çok daha iyi olur. Böylece o bir olayı ele alınca her tarafla yani uzmanlarla, diplomatlarla (konu ne olursa olsun, isterse deve güreşinde yaşanan kaza olsun illa bir diplomat görüşünün bulunması Sedat için olmazsa olmazdır) görüştürüp zaman içinde verdirebilir.

        Enis nedense bilmiyorum ama arada bir eline fotoğraf makinesi alıp sahaya inerdi. Ertuğrul ise böyle hatalar hiç yapmadı; o olayın olduğu sahaları sadece 12 bin metreden özel uçakta şarabını yudumlarken penceresinden bakınca gördü.

        Olaylar hakkında çok detaylı yazılar yazabilmesi için bu tür gözlemler ona yetti. (Üçü birbirlerine sarılıp selfie çekmişler. O fotoğrafı poster yapıp odama asacağım. Böylece Schopenhauer felsefesine sevgi duymama da meşru bir zemin yaratacağım.)

        Umarım Sedat da arada bir sahaya iner; çünkü dünyanın bazı önemli sorunlarının çözümü bu karara bağlı. Çünkü düşünsenize, Sedat’ın IŞİD meselesini incelemek için bölgeye gittiğini. Eğer IŞİD onu da tutsak alıp sorguya çekerse, o bir konuşmaya başladı mı IŞİD hem halifelikten, hem dinden, hem de imandan vazgeçip Lübnan’a rehabilitasyon için kaçar ve dünya da bir beladan kurtulur.

        Benim aslında bu yazıdaki tek amacım, Sedat’ın magazin haberlerine karışmasını önleyici zemin oluşturmaktan ibaret. Hürriyet Gazetesi’nin geleceği, birinci sayfaya girecek güzellerin seçimini yine Ertuğrul Özkök’e emanet etmesinde yatıyor.

        “Sedat güzelden anlamaz” demiyorum tabii ki, ama iki fotoğraf önüne geldiğinde hangisinin daha güzel olduğunu tespit etmek ve bu konuda objektif olmak için düşünmeye başlayabilir ve ne yazık ki bizim sektörde gazetelerin belirli bir saatte basılması gerekiyor, böyle bir handikap var. (Cumhuriyet’teyken hiçbir taşra okuyucusu onu tanıyamadı; çünkü hiçbir yazısını taşra baskısına yetiştiremedi.)

        Ertuğrul ise fotoğraflara baktığında hangisiyle yatmak istiyorsa onu basıp kurtulurdu işten. İkisiyle de yatmak isterse bir pundunu bulup ikisini de koyardı.

        Bunca laftan sonra işin özeti şu: Sen de bastır yoluna devam et Sedat kardeşim; zor yolun açık olsun; başarılar ve kalpten sevgiler.

        Diğer Yazılar