Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BENİ görenler sıkıcı, ciddi bir adam olduğumu sanırlar. Sıkıcı olduğum bölümü doğrudur. Son yıllarda mizah yazmaktan uzak durdum, ama bazılarınız hatırlayacaktır, yazmaya mizahçı olarak başladım, fena da değilim o işte.

        Fiziksel olarak Türkiye’deyken mizahtan uzak durmak rahat olabiliyordu. Çünkü yeni Türkiye, son derece ciddi, öyle mizah gibi abuk sabuk işlerle uğraşamayacak kadar meşgul bir yer. Yeni Türkiye, yazı işine IŞİD’in kadın haklarına yaklaştığı gibi yaklaşıyor. Öyle fazla laubaliliğe filan tahammülü yok. Bazı sınırları zorlamaya girişebilecek yazarlara hemen ayar vermeye hazır.

        Yeni Türkiye, ayrıca çok ahlaklı olduğundan mizahta terbiyesizliğe hiç izin vermez. Anlayacağınız, ben fiziksel olarak Türkiye’deyken yazılarımın fazla göze batmaması için elimden gelen çabayı gösterdiğimden içimdeki mizahçıyı sürekli baskı altında tutuyordum.

        Ama biliyorsunuz, bir “gündüz insan, gece hırt” sendromu vardır. O hırt istenmediği anlarda ortaya çıkar ve benliği devralabilir. Bu gayri ihtiyari bir şeydir. Benim içimdeki hırt da mizahçılığımdır. O da benim benliğimi sıkça devralıyor son zamanlarda.

        Geçici olarak bulunduğum Amerika ise insandaki mizahçılığı tetikleyen bir atmosfere sahip. Benim için sakıncası yok bunun, ben mizah ortamından daima beslenmişimdir.

        Gündüz yoğun koşuşturma içinde fırsat buldukça David Sedaris’i okuyorum, onda benim eski mizah yazılarımla benzerlikler görüyorum. Akşamları ise dışarıya çıkma imkânım fazla yok; çünkü yaşamak zorunda olduğum yer, akşam saatlerinden sonra yürüyerek dışarıya çıkılması için müsait değil.

        Zira burada sokak denilen yerde bence ya aç kurtlar dolaşıyor ya da vampirler. En azından Amerika’nın ciddi büyüklükteki seri katil nüfusunun önemli bir bölümünün burada yaşaması gerektiğini düşünüyorum.

        Bu yüzden bana akşamları yazılar tamamlandıktan sonra yapılacak tek şey kalıyor. Televizyon seyrediyorum; “Comedy Channel” denilen komedi kanalı sürekli açık durumda. Burada stand-up komedyenler veya komedi çizgi filmleri bulunuyor.

        Bunları izlemek, içinde mizahçı hırtlığı baskı altında bulunan bir insanı sürekli tahrik ediyor. “Haydi dönüşmeye başla, haydi yaz” diye beni zorluyor.

        Komedi kanalında yeni bir çizgi film dizisi başlıyor. Bunun tanıtımına rastladım geçenlerde. Acaba yanlış mı anladım, böyle şey olabilir mi diye defalarca seyrettim. Hâlâ içimde bazı kuşkular var, “Seyrettiğim doğru olamaz” diye düşünüyorum.

        Şöyle bir şeydi: İlk önce ekranda bir yazı görünüyor: “Az sonra seyredeceğiniz skeç, bugüne kadar televizyonlarda görmüş olabileceğiniz yedinci en saldırgan, en rahatsız edici espridir.”

        İnsanın ilgisini hemen çeken bir giriş bu tabii ki. Yazıdan sonra ekranda “Simpsons” çizgi filmlerindeki karakterlere benzeyen iki kadın beliriyor. Bir tanesinin elinde cep telefonu var, konsantre olmuş biçimde ona bakıyor. Cep telefonu olan kadın, birden “Aman Tanrım, Obama bana penisinin fotoğrafını göndermiş” diye haykırıyor.

        Diğeri ise “Olur mu böyle bir şey, ver bakayım şuna” deyip cep telefonunu alıyor. Biraz baktıktan sonra, “Bu ekranda hiçbir şey yok, ekran tamamen kapkara, galiba bozulmuş olmalı” diyor. Çığlığı atan kadın ise “Ekran kapkara; çünkü bu Obama’nın penisinin yakın çekimi” diyor ve tanıtım böyle bitiyor.

        Ben bunu görünce hemen, “Bu skeç yedinci en saldırgan, en rahatsız edici skeçse ilk altısı nedir?” diyerek hemen diğerlerini bulmak için uzunca bir süre aradım ama maalesef bulamadım. Özellikle bir numarada olanını merak ediyorum.

        Bunu izlerken elimde olmadan, “Türkiye’de de başkanlık sistemi olsun, bakın Amerika’da da başkanlık sistemi var” diye konuşup yazanları hatırladım. Bence Türkiye’de de başkan hakkında bu tür espri yapılabileceği güne kadar başkanlık sistemi ertelenmelidir.

        *

        Şimdi gelelim yazının başlığını açacağım bölüme. Ben nedense uzun zamandır Amerikan filmlerinde sıkça görülen bir sahneye fena halde takmış durumdayım. Neredeyse kâbusum oldu bu benim, aklımdan çıkaramıyorum.

        Aslında sahnede her şey güzel başlar. Yatak odasında uyumakta olan kadın vardır. O anda bile makyajlı olan suratı yakın çekimdedir ve maşallah pek güzel ve derin uyumaktadır. Kadın o saatte bile insanda bolca performans artırıcı ilaç alma arzusu uyandırmaktadır. Odanın kapısı vurulur ve içeriye elinde tepsiyle bir adam girer. Tepside kahve, portakal suyu, biraz yumurta ve küçük bir vazoda çiçek vardır.

        Kadına yatağında kahvaltı servisi yapılmaktadır. Kadın uyanıp bunu görünce pek bir sevinir. O güne kadar adamdan derin bir şekilde nefret ediyor olsa bile o anda onunla hayatının sonuna kadar birlikte yaşayacak duruma gelmiştir. Uyanır uyanmaz kahvesini yudumlar ve adam yatağın kenarına oturur, kadını hayranlıkla seyreder. Ve sonra ikisi derin bir şekilde öpüşmeye başlar.

        İşte benim o noktada dengem bozulmaya başlıyor. Bu standartlaşmış sahneyi kafamdan atmıyorum. İnsanın sabah uyanır uyanmaz nefesinin hoş kokmasının mümkünü yoktur; bundan güzel kadınlar da muaf değil. O nefesin üstüne bir de kahve içerseniz siz düşünün o nefesin ne hale geleceğini. Şimdi onunla öpüştüğünüzü düşünün bakalım, almış olduğunuz ilaçlar artık işe yarayacak mı.

        Bu sorunun Hollywood tarafından acilen çözülmesi gerekiyor. Benim önerim şudur: Adam hazırladığı tepsinin bir kenarına muhakkak naneli bir şeker veya bir küçük bardakta ağız çalkalama suyu koysun ve ancak bunlar kullanıldıktan sonra kadını öpsün. Veya en temizi, öpüşme işini kadın tamamen kalkıp dişini fırçaladıktan ve duşunu filan aldıktan sonraya erteleyiversin ne olur ki. O saatte öpüşmeyiversen gebermeyeceksin ya.

        Diğer Yazılar