Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BENİM için dünyanın en iyi yazarı bir romancı değil, o adı Nobel ödülü almışlar listesinden de seçmiyorum. Dostoyevski, Zola, Tolstoy gibi dev isimler bile yazı kalitesi açısından benim seçtiğim ismin gerisinde kalıyorlar bence. Uzun düşündükten sonra bu dünyanın gelmiş geçmiş en iyi yazarının Friedrich Nietzsche olduğuna inanmaya başladım. Evet o tabii ki bir filozof ama başka hiçbir filozofun görüşünü onun kadar coşkulu, edebi, güzel, insanı kendi içine çeken biçimde ifade edebildiğini görmedim. Eski Yunan’da onun gibi yazıya dökebilen yoktu. Alman felsefesi geleneğinin büyükleri, Hegel bile onun kadar coşkulu, güzel yazamıyorlardı. Bu konuda Nietzsche’ye en fazla yaklaşan isim, onu çok etkilemiş olan Schopenhauer’di. O da çok güzel yazıyordu, o kadar ki ifade ettiği kötümser fikirleri bile yazısının güzelliği karşısında unutabiliyorsunuz. Nietzsche’nin fikirlerini ve yazı stilinin güzelliğini, önceden Schopenhauer’i okumadan tam kavrayabilmeniz mümkün değildir. Meseleyi bayağı basitleştirerek özetlersem, ikisi de dünyanın aslında berbat bir yer olduğunda anlaşır. İkisi de dünyanın acılarla dolu olduğunu bilir. Schopenhauer, insanın mutlu olabilmesi için bu acılardan nasıl kaçınabileceğini düşünmüştür. Nietzsche ise bir süre Schopenhauer’in etkisi altında kaldıktan sonra insanın acılardan kaçmak yerine onları iyi karşılayıp hayatın bize verebileceği tüm acıları bir güç kaynağı olarak kabul ederek bunları kendimizi dönüştürmenin yolu olarak görmüştür. Ve bu düşüncelerini öylesine coşkulu öylesine kahramanlara yakışan dille ifade etmiştir ki onu okurken insanın coşkuya kapılmaması ve en düşük halinde bile kendisini dünyanın zirvesinde hissetmemesi mümkün değildir.

        DAĞ ZİRVELERİ

        Burada zirve kelimesini tesadüfen kullanmıyorum tabii ki. Ressamlar dağ zirvelerini hep gücü anlatmak, o zirveleri Tanrı’ya yakınlığı betimlemek üzere çizmişlerdir. Örneğin, Cezanne dağları ilahi gücün dünyadaki gerçekleşmesi olarak görmüştür.

        Ama benim için en güzel dağ resmi Caspar David Friedrich’in “Wanderer Above the Sea of Fog” adlı eseridir. Resme her baktığımda ben Nietzsche’yi hatırlardım. Hatta o arkası dönük adamın Nietzsche olduğunu bile hayal etmişimdir. Çünkü Nietzsche’nin, hayatın bize verdiği acıların, zorlukların üstüne çıkmayı ve o acıları kendisi için güç haline dönüştürmeyi başarmış “üstün insanları” dağ kavramını kullanarak anlatma âdeti vardı. Üstün insan kavramını kullanarak Nietzsche’nin faşist olduğunu anlatmaya çalışanlar, bana inanın ki ne dediklerini hiç bilmiyorlar, onlar cahil.

        Örneğin, şöyle cümleler kurar Nietzsche:  Dağ silsilelerine en yakın yol zirveden zirveye olandır; ama bunu yapabilmen için bacaklarının uzun olması gerekir. 

        Özdeyişler dağ zirvesi olmalıdır ve kendisine seslenilenler, büyükler ve iriyarı kimseler olmalıdır. 

        Hava ince ve katıksızdır. Tehlike yakındır ve ruh sevinç verici mesajla doludur. Böylece onlar birbirlerine iyi uyarlar. 

        Ben çevremde cinler olmasını isterim, çünkü cesurum. 

        Hayaletleri kovan cesaret, kendisi için canavarlar yaratır. Cesaret gülmek ister 

        Ben artık sizinle birlikte olmadığımı hissediyorum. Altımda gördüğüm bulut, üzerine güldüğüm bu siyahlık ve ağırlık düpedüz bunlar sizin kasırgayı haber veren bulutunuzdur. 

        Siz yükselmek istediğinizde yukarıya bakarsınız ama ben yükseldiğim için aşağıya bakıyorum. (Nietzsche, ‘AFORİZMALAR’, Birey Yayınları sayfa 11.) Şimdi bu yukarıdaki satırları okurken aynı zamanda sayfada yer alan tabloya da bakarsanız sanırım ne demek istediğimi daha net göreceksiniz. Nietzsche’nin dağlarla ilişkisi ve felsefesini dağ zirvelerini kullanarak anlatma alışkanlığı bence en güzel biçimde Alain de Botton’un “Felsefenin Tesellisi” adlı kitabında, özellikle 288 ile 300. sayfaları arasında irdelenmiştir. Bunu okumanızı tavsiye ediyorum.

        NIETZSCHE’NİN KADINLARI: Şimdi “Durup dururken böyle bir yazı neden gerekti?” diye soranlarınız olabilir. Buna başlıca iki tür cevabım var. Birincisi, bugün pazar olduğundan hep birlikte gündelik problemlerin dışına çıkalım ve başka şeyler düşünelim istedim, ama diğer gerekçem de yine bugün pazar olduğundan ben aslında ilişkiler üzerine bir şeyler yazmayı planlıyordum. Ancak gördüğünüz gibi bu aralarda Nietzsche’ye takıntılı durumda olduğumdan Mario Leis’in “Nietzsche’nin Kadınları” adlı kitabını okumaktaydım ve oradan bazı konuları işlemeye kararlıydım. Ama sonra gördüm ki hayat hakkında çok büyük laflar etmiş olan bu filozof, iş kadınlara ve onlarla ilişki kurmaya geldiğinde oldukça küçük davranışlara girmiş.

        Felsefesi ile sistemini oluşturması için Freud’a bayağı fikirler vermiş olan Nietzsche, kadınlarla sorunlu ilişkileri açısından yine Freud’cu kavramlarla çok kolay açıklanabilecek durumda. Örneğin, annesi ve kız kardeşiyle daima çok sorunlu olmuş ve âşık olabileceği kadınlarla ilişkilerini onların engellediğini düşünüyor. Adam ayrıca arkadaşlarının karılarına da âşık oluyor, bunlardan biri de Wagner’in karısı. Nietzsche’nin Freud ile bağlantısı ve kadınlarla yaşadığı problemler üzerine mutlaka okumanız gereken kitap Irvin Yalom’un “Nietzsche Ağladığında” çalışmasıdır. Ben Nietzsche’nin kadınlar ve ilişkiler üstüne son derece kaba ve sorunlu fikirleri hakkında yazmak yerine onun kendisine rağmen muhteşem kalabilmiş fikirlerini dağ zirvesi metaforunu kullanarak anlatmayı tercih ettim. En azından hafta sonlarında düşüncelerin biraz uçuşa geçmesine izin vermek gerekiyor.

        Diğer Yazılar