Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İÇİŞLERİ Bakanı'mız bugün değil de 19'uncu yüzyılın Viyana'sında yaşasaydı ve o şehirde de tanınmış bir fenomen olsaydı, bugün biz ne Freud ne de Jung gibi isimlerden haberdar olacaktık. Çünkü Freud ile Jung'un, teorilerini İdris Naim Şahin'in var olduğu bir dünyada oluşturup yazabilmeleri imkânsızdı.

        Onun bilinçaltı yok. Bilinçaltı, bilinci haline dönüşmüş durumda. Süperegosu da yok (aslına bakarsanız egosu da bulunmuyor ama bu tabii ki bir başka kapsamlı yazının konusu olabilir). Sadece "id"den oluşan bir beyin yapısıyla karşı karşıyayız.

        O aynı zamanda necip Türk halkının yıllardır arayıp da bulamadığı mitolojik bir karakterin de tam kendisi. Hani "İçi-dışı bir insan" derler ya, bunu hep arayıp da hiç bulamazlar ya, işte o İdris Naim Şahin aslında.

        İDEAL KOCA:

        O her annenin kızını evlendirebileceği ideal koca adayı. Çünkü içi-dışı bir, yalan söyleyemiyor, içinde hiçbir duyguyu tutamıyor ve aklına ilk geleni hiçbir perdeleme yapmadan ifade ediyor. İdeal koca adayı arayan anneler için o mükemmel bir erkek olabilir ama önüne çıkarılan kızı beğenmediği, onda bazı itici yönler bulduğu takdirde açıkçası ben ne o kızın, ne de annesinin yerinde olmak isterim.

        Çünkü İdris Bey sevmediği insana onu neden sevmediğini olağanüstü bir açıklıkla anlatır. En acı gerçekleri en net biçimde ifade edebilir. Örneğin kız biraz çirkinse, onun yüzüne karşı "Yüreğin temiz olabilir ama suratın aynen bir sıpanınkine benziyor" diyebilir. Onunla karşı karşıya gelindiğinde her olasılığa hazır olmak gerekiyor.

        Birçok insan hayatta sürekli olarak başka insanların kendisini görmek istedikleri gibi yaşamaya çalışır. Yani özetle hayat onlar için bir rol kesmekten ibarettir. İdris Bey ise başka insanların kendisini nasıl görmek istediklerini zerre kadar umursamıyor ya da umursayamıyor.

        Biz şanslıyız ki o politikaya atılmış ve üstelik İçişleri Bakanı olmuş. Bir de ya sanatçı ya da edebiyatçı olsaydı o zaman ne yapardık bir düşünsenize. O zaman İdris Bey bu şekilde olduğu ve bu şekilde davrandığı için "orijinal düşünür", "anarşist ruhlu sanatçı" diye nitelendirilecekti ve belki de her eseri özgün bir şaheser olarak kabul edilip dünya ölçeğinde meşhur olabilecekti.

        Şimdi ise biz şanslıyız; çünkü o siyasetçi olduğundan ve üstelik Türkiye gibi belanın hiç eksik olmadığı bir ülkede İçişleri Bakanlığı yaptığından onun marjinal bir insan olduğunu düşünmek yerine kaba bir insan, hatta odun bile olduğunu söyleyebiliyorlar.

        BEN ONU SEVİYORUM:

        İnsanlar ne derse desinler, ben İdris Naim Şahin Bey'i seviyorum. Onun bilinçaltının tamamen bilinci haline gelmiş durumunu, süperegosunun (ve egosunun) olmamasını biraz da kıskanarak izliyorum.

        Sadece şunu söylemekle yetineyim; eğer ben onun gibi olabilseydim hem çok büyük bir yazar olurdum, hem de bir edebi şaheser bile yazardım.

        Onun gibi insanlar dürüsttürler; çünkü dürüst olmak zorundadırlar, yalan söyleyemezler, iyi yüreklidirler ve başları daima belaya girer.

        Siyaseten doğrucu konuşmanın en büyük meziyet sayıldığı, yani becerikli yalan söylemenin trend olduğu bir ülkede İçişleri Bakanı'nın siyaseten katledilmesi sürpriz değildir.

        Bence onu susturmak yerine ona sahip çıkmalıyız; çünkü bizlere daima duymak istediklerimizi söyleyen siyasetçilerin bilinçaltlarında ne olduğunu duymamız için ona ihtiyacımız var. Her siyasetçinin bilinçaltında çok hareketlilik vardır, ama onların süperegoları da var. Biz onların bilinçaltlarında ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz ve o gizli, baskı altına alınmış düşünceler hayatın başka alanlarında davranış bozuklukları olarak ortaya çıkar ve bizlere zarar verebilir.

        İdris Naim Şahin gibi insanlardan kimseye zarar gelmez, gelemez; çünkü onların bilinçaltı olmadığından hakkımızda daima gerçek fikirlerini söylerler ve biz ne olup bittiğini net bir şekilde öğreniriz.

        JAMES JOYCE İÇİŞLERİ BAKANI OLSAYDI:

        Sadece şu sorun var; o bilinç akışıyla konuşuyor. Bilinç akışı yöntemiyle yazan yazarlar büyük edebi kişilik olmuşlardır ancak onların hiçbiri kendi ülkelerine İçişleri Bakanı olmayı tercih etmedikleri için (James Joyce'un İrlanda İçişleri Bakanı veya William Faulkner'in ABD İçişleri Bakanı olduğunu düşünebiliyor musunuz? Üstelik James Joyce İrlandalılardan nefret de ederdi ve İçişleri Bakanı olarak ilk demecinde bunu acı veren bir netlikte ifade edeceğine de eminim) bir sorun yaşanmamıştır.

        İçişleri Bakanı'mızın bilinçaltı, bilinci haline gelmiş olduğundan o başladığı cümleleri hiç kısa olarak bitiremiyor. Bilinç akışında bilinç altını anlatmak gibi feci bir durumla karşı karşıya ve bunu önleyemiyor, önleyemeyecek.

        Durum böyle, her dediğinden rencide olmuş gösterileri yapacağımıza hayatta ender görülen bir insan türünün keyfini çıkarmaya bakalım.

        Uçurtmaları vurmayın ama inekleri de kesmeyin

        RANA biraz zayıflamam için önüme durmadan yeşillikler, salatalar sürüp duruyor. O günlerden bir tanesinde ben durup dururken, birden, hiçbir provokasyon olmadan "Salata, yeşillik yiyerek zayıflanacak olsaydı, dünyadaki tüm ineklerin çok zayıf, çok narin olmaları gerekiyordu" deyiverdim.

        Bu nedense aramızda çok ciddi bir tartışmaya yol açtı, neredeyse boşanacaktık. Sonra ben alttan aldım, bütün salatamı sonuna kadar yedim ve "Ellerine sağlık karıcığım" diyerek masadan hızla uzaklaştım.

        Şimdi biliyorum, bu konunun başlıkta yer alan "uçurtmaları vurmayın" cümlesiyle ne alakası olduğunu soracaksınız. Hiçbir alakası yok, ben bu tür duygulardan hiç hoşlanmam da onun için başlığa ekledim "uçurtmaları vurmayın" bölümünü.

        Diğer Yazılar