Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Genç arkadaşlar hatırlamaz, eskiden takımlarımızın 10’da 8’i yabancı hocalar ile çalışırdı. 1996-97 sezonunda Fatih Terim G.Saray’ın başına geçtiğinde geri 17 takımın çoğu yabancı hocalara emanetti. 4 yıllık büyük zafer dönemiyle birlikte Türk hocalara şanslar peşi sıra verilmeye başlandı. F.Bahçe; tarihindeki ilk Türk hoca ile şampiyonluğu 2001’de yakaladı. 2000’den bu yana artık ligimizde Türk hoca ağırlığı var. Aslında bu durum hem normal hem de güzeldi. Dünyada da genel olarak lokal antrenörler yabancı meslektaşlarına oran olarak ağır basıyor.

        Ama milenyumun başından bu yana geçen 16 yılda, Terim’in açtığı kapıdan geçen onca teknik adamımız için yolun sonu gözükmeye başladı. 16 yılda Yanal- Avcı-Kocaman- Çalımbay-Kafkas-Sağlam gibi kendini kabul ettirmiş antrenörler yetişti. Son 2 sezondur görmeye başladığımız genç hocalar arz-ı endam etti. Geçmişte sıkça takım değiştiren; istikrarı sağlayamayan, en önemlisi bir tarzı olmayan hocalar da elendi. Bugün de elenmeye teşne bir çok antrenör var.

        Peki başarısız olanlar var olduğu kadar başarılı antrenörlerimiz varken ben neden ‘yolun sonu görünüyor’ diyorum?

        Çünkü bugünün Türk antrenör dünyası artık sıkışmaya başladı. Takım sayısı az ve hoca sayısı çok. Bu acımasız rekabette herkesin gözünün olduğu yer Süper Lig ve PTT 1. Lig takımları. Türkiye’de teknik direktör olmak kolay. Süper Lig’de 10 yıl top oynayan kişi B lisansla işe başlıyor. A lisansı 9 ayda alıp futbolu bıraktıktan en geç 1 yıl sonra hoca oluyor. Böylece aynı takım sayısına her yıl yeni hoca adayları ekleniyor. Bu vahşi rekabette bir diğerinin ayağını kaydırmak da normal karşılanıyor.

        Hele bir de siyasi desteği varsa hemen kulüp bulunuyor. Yoksa; oyuncular bağlanıyor, başkana şikayet ediliyor ve oyuncu desteği ile hoca olunuyor. Sonra tabii ki o oyuncuların oyuncağı olunuyor.

        Oyuncuya dayalı düzenin hemen her takımda olmasının sebeplerinden biri de ‘işsiz hoca’ların bu taktikleri.

        Bir diğer sebep de bir zamanlar büyük başarılar yaşayan takımlarda oynamanın kişileri iyi antrenör yapmayacağını anlayamayan ex futbolcular.

        Tarihin en çok milli olan futbolcularından birinin taktik bilmediğini kendi ağzından duymuştum.

        Yüzde 80’i futbola, mesleklerine aşık değil. Yurtdışını bıraktım; içeride bile maç seyretmiyor. Dünyada futbol nereye gidiyor, nasıl işliyor, neler değişiyor haberleri yok. Bunlar için önemli olan transfer dönemi.. Transfer döneminde menajerler ile harcadıkları zamanı, kendi mesleklerine harcamıyorlar.

        En önemlisi de menajer camiası da dahil futbol ailesinin en dedikoducu ekibi antrenörler. Birisi yabancı bir hoca mı aldı, adamın ne menajerliği kalır ne de komisyonculuğu; genel olarak sevilmeyen bir hoca mı iş buldu; Türk de olsa adama dediklerini bırakmazlar. Zaten onlar için başarılı hoca yoktur. Şanslı, ballı, yalaka, bir şekilde başkanını bağlamış isimler vardır. Gerrard Houllier ve Fatih Terim’in anlattıkları hakkında ne düşündüğü sorulan birisi, “Ben onların çiğnediklerini yedim” der misal... Zaten o şans kendisine verilse muhakkak Avrupa Şampiyonu olurlar..

        İşte hem kendi kendileri hakkında dedikodu fabrikası olan; bir diğer meslektaşının koltuğunu almak için yapmadık bırakmayan; mesleklerine, futbola aşık olmayan, bunların hiçbirisini yapmasa da taktik teknik eksiklikleri olan Türk antrenörlük camiası, daha devre arasına kadar 5 hoca yiyen başkana karşı sesini de çıkaramaz...

        Artık genç jenerasyon yöneticilerin geldiği, Avrupa’yı daha iyi takip eden başkanların olduğu; 14 yabancının alınabildiği günümüz Türk futbol ortamında bu camia ya kendine gelecek ya da 96 yılı öncesine dönülecek. Karar kendilerinin.

        ***

        Tüm okurlarımın yeni yılını kutlarım..

        Diğer Yazılar