Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜLKENİN ve coğrafyanın içine düştüğü talihsiz duruma rağmen yeme-içme ve eğlence dünyasına farklı mekânlar katılmaya devam ediyor.

        Dikkat ettiyseniz Etiler’den ve Nişantaşı’ndan hatta son yıllarda da en çok Karaköy’den gelmesine alıştığımız “Yeni bir mekân açılmış” haberlerini bu aralar Arnavutköy’den almaya başladık.

        Kazıklı yolu ve tarihi yalılarından başka Kolaylar manavı, Adem Baba Köftecisi, Bodrum Mantıcısı ile birkaç balık restoranı dışında adı geçmeyen Arnavutköy şimdilerde kendinden en çok bahsettiren semtlerinden biri olmaya başladı.

        Uzun yıllar süren sessizliğini önce ANY Bistro ile bozmaya başlayan Arnavutköy geçtiğimiz günlerde Hudson’ın açılmasıyla çekim gücünü ikiye katlamıştı. Son birkaç haftadır da Alexandra’nın adıyla anılmaya başladı semt.

        TOSKANA’DAN BOĞAZ’A

        Yaz mevsiminde tercihi Çeşme olanların ve butik otelcilikten beklentilerini yüksek tutanların tercihinin La Capria Suites Alaçatı olduğunu gayet iyi bilirim. La Capria, İtalya’nın Toskana bölgesinde doğmuş bir butik otel, Alaçatı’daki zincirin ikinci halkası.

        Sahipleri Alexandra ve Mete Nisari çifti, İngiltere’nin en önemli gazetelerinden biri olan Sunday Times tarafından “Avrupa’nın en heyecan verici otelleri” seçilen sıra dışı zincirlerine şimdi de üçüncüyü eklediler.

        Arnavutköy’ün en hareketli köşelerinden birinde, yalnızca 5 odası bulunan La Capria Suites Bosphorus’un giriş katına çok konuşulan Alexandra Cocktail Bar’ı açtılar.

        Cuma akşamı uğradım Alexandra’ya. Hap kadar bir mekân aslında ancak farklı mı farklı yine. Farkı ise yalnızca 3-5 masası olan barın mutfağının Robin’s Kitchen’ın şefi Bilal Mert’e, barının Yiğitcan & Onurcan Gençer kardeşlerin markası Twins Cocktail Lab’e, müziğinin ise DJ Yakuza’ya emanet olması.

        Her ne kadar adında bar ibaresi bulunsa da mekân müdavimleri tarafından günün her saati geniş koltuklarda yayılarak vakit geçirilen bir sığınak. Kimse de duyulsun ve keyifleri kaçsın istemiyor aslında. Ama ne yapayım sırlarını paylaşmadan edemezdim, zira benim de hoşuma en çok bu gizli versiyonu gitti.

        Hisar’da deniz mahsullü lahmacun

        BEN her işin en zor halini bu kadar seven bir kadın daha görmedim desem yalan olmaz.

        Gül Etker’den bahsediyorum. Bundan 20 küsur yıl önce Ankara’da başlayan restorancılık serüvenini Bodrum’un ardından İstanbul’da sürdüren Gül’ün son olarak elini ne denli zor işlerin altına soktuğunu anlatınca bana hak vereceksiniz.

        Karaf, G by Karaf ve G Balık gibi markaların yaratıcısıdır kendisi. Sektöre birkaç sene ara verdikten sonra bakın nasıl bir işle geri döndü Gül.

        Dünyada daha önce bir örneği bile olmayan seafood brasserie açtı. Tam bir Türkçe karşılığı olmadığından sanırım bu mekân için bir deniz ürünleri kafe-restoran ve barı demek daha doğru olur.

        Rumelihisarı sahilindeki mekânın adı Kiss the Frog, o da ‘kurbağayı öpmek’ anlamına geliyor.

        Kafam karıştı dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız çünkü tam “a la Gül” bir iş daha yapmış. Gül Balıkçısı diye bir mekân açıp fava, salata ve balık satmak varken isminden tutun mönüsüne kadar en zor olanı seçmiş yine!

        Yani klasik bir balıkçı değil. DJ var mesela; mönüsü de deneysel. Biraz dünya mutfaklarının bir sentezi…

        Mönüde kum midyesi de var lahmacun da. Ama tahmin edeceğiniz gibi hepsi bir farklı!

        Mesela kum midyesinin içinde İspir kuru fasulyesi, lahmacunun üstünde balık kokoreç var.

        İstanbul’da sıklıkla rastlamadığımız Fransa’dan gelen canlı istiridyeler, akvaryumdan seçebileceğiniz canlı Istakozlar gibi lüks kalemler de var mekânda.

        Kiss the Frog’a gideceğimi söylediğimde çevremdekilerden iki net tepki aldım. Bunlarda biri “Muazzam” diğeri ise “İğrenç”ti. Buna hiç mi hiç şaşırmadım. Zaten böyle bir mutfak ya sevilir ya da nefret edilir.

        Ben “Muazzam” diyenlerin tarafındaki yerimi aldım. Ancak buradan bir tavsiye: Bu kadar emek verilmiş bir mutfağın yanında o yoğun pirinçli suşi roll’ler oldukça vasat kalmış. Mönüden kalksa bile yeri… Onca müthiş lezzetin yanında kimsenin “Niye suşi yok” diye hayıflanacağını da hiç sanmıyorum.

        Diğer Yazılar