Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kaç gündür aklımda ama yakından ilgilendiğim bazı siyasi konuların gündemde olması nedeniyle bir türlü fırsat bulamadım yazmaya. Konumuz; Aziz Yıldırım efendim. Futbolla hiç alakam olmamasına rağmen kulübün başkanlığına aday olan Mehmet Ali Aydınlar ile Aziz Yıldırım arasında geçen bir tartışma nedeniyle eleştiri dozu epeyce sert bir yazı kaleme almıştım Sabah’tayken.

        “Sen nasıl bir adamsın?” başlıklı yazımda, Yıldırım’ın bir TV programında Aydınlar’la ilgili, “Yaşadığı acıyı unutsun diye voleybol şubesini ona verdik!” sözlerinin hiç de insani olmadığını, derhal kamuoyu nezdinde Aydınlar’dan özür dilemesi gerektiğini söylemiştim.

        Biliyordum Aziz Başkan’ın camiası tarafından çok sevilip sayıldığını, ancak o gün bunu çook daha iyi anladım. Çünkü yazımda tek eleştirdiğim nokta Yıldırım’ın Aydınlar’a dair ettiği vicdanları kanatan o sözler olmasına rağmen Fenerbahçe taraftarları yazı yayınlanır yayınlanmaz top-tüfekle şahsıma saldırıya geçmişti.

        Akşama doğru Aziz Yıldırım tarafından arandım. Kendisiyle daha evvel hiçbir muhabbetim olmadığı için hemen hakkındaki, “Şekeri tavan yapınca kimseyi tanımaz! Çok ağır konuşur” söylentilerini hatırladım. Haliyle biraz gerildim, tedirgin oldum onun “Alo” diye seslenmesiyle. “Buyurun” der demez sert ama bir o kadarda babacan hissi uyandıran bir üslupla söze girip “Bak benim hakkımda bir yığın insan ağır yazı yazar, ama ben kimseyi aramam. Seni arıyorum özellikle, çünkü senin bu cemaat denilen belayla birçok gazeteciden çok daha evvel mücadeleye giriştiğini biliyorum. Bu benim için önemli bir referans bilesin” dedi.

        O günkü yazımın konusuna dair açıklamalarda bulundu. Ben de aynen aktarıp diyaloğumuzu haberleştirdim. Sonradan duydum, o haber bile onu kızdırmış, ama bana hiçbir zaman tavır almadı Aziz Bey. Bilakis sonrasında her karşılaşmamızda bir yerinden girip laf sokuşturdu yazımla alakalı, ama asla kaba saba ve küstahça bir davranışta bulunmadı. Hatta bir defasında eşiyle beni tanıştırırken espriyle, “Bu benim hakkımda öyle bir yazı yazdı ki yatacak yeri yok!” dedi. Gülüşmüş, fotoğraflar çektirmiştik falan.

        Uzatmayayım... Geçen hafta Manchester’da yine karşılaştık Yıldırım’la. Ülker’in fabrikasını o da gezmeye gelmişti. Gayet sevecendi. Toplantı sonunda yanıma geldi ve Fenerbahçe fanatiği olan oğlumu sordu. Lafladık biraz. “Akşam bir selfie yapalım da yolla oğlana” dedi ve gitti. Statta aynı yerlerde oturmadığımız için karşılaşamadık ama zaten karşılaşsaydık da selfie yapacak psikolojimiz olmazdı.

        Aslında maç güzel başlamıştı. Ama ilk dakikalarda verilen penaltıyla hem sahadaki oyuncuların, hem de tribündeki taraftarın morali yerle bir olunca işin tadı kaçtı. İkinci penaltı da tuzu biberi oldu ve ok yaydan çıktı maalesef. O saatlerde bakamadım sosyal medyaya, ama sabah uyandığımda Yıldırım başta olmak üzere Fenerbahçe’nin linç edildiğini gördüm. Sonra Aziz Bey’in bir yığın saçmalık ve laf kalabalığı karşısında tavana vuran şekeri nedeniyle sinir küpü bir halde sağa sola fırçalar atışını izledim.

        Ve bunun üzerine hakkında yapılan, “Adamın en ufacık eleştiriye tahammülü yok! Mafya babası gibi davranıyor!” yorumlarını okudum. Üzüldüm. Çünkü hakkında geçmişte en ağır yazılardan birini kaleme almış biri olarak söylüyorum; Aziz Yıldırım öyle biri değil! Evet bu son olayda bazılarının eleştirilerine karşı biraz abarttı dozu ama bence bunu da anlayışla karşılamak lazım. Çünkü doz aşımı yaptığı kişilerle başka bir geçmiş var. Kötü bir geçmiş.

        Sonuçta bir dönem FETÖ’nün Fenerbahçe’ye ve bizzat şahsına düzenlenen büyük kumpasların servisinde o kişilerin çok ama çok büyük desteği var. Hal böyleyken Yıldırım’ın kalkıp da, “Siz benim ve kulübümün başına FETÖ’cüler çorap örerken alt alta ilmek attınız, ama ben buna rağmen sizleri affediyor ve şu anki eleştirilerinizi de ciddiye alıyorum” demesi de beklenmemeli değil mi?

        Diğer Yazılar