Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kamplaşma, kutuplaşma öyle bir safhaya vardı ki kimseyle konuşabilmek mümkün değil artık. Dün mesela yazıya başlamak üzereyken çok yakın bir arkadaşım aradı hal hatır sormak için. Konuşurken laf referanduma geldi. Daha ben sormadan neden “Hayır” dediğini pek de hararetli biçimde anlatmaya başladı. Aslında başkanlık sistemini destekliyormuş arkadaşım. Ve mevcut durumun yanlış olduğunu kabul ediyormuş.

        Yani ona göre eğer bir cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmişse partili olmasında bir beis yokmuş. Fiilen zaten partili olan bir cumhurbaşkanının partisinde tam hâkimiyet sağlaması da sistemin işleyişi açısından bir zaruretmiş falan filan. Ancak Anayasa’mızda yapılan bu değişikliğin onun kabul ettiği başkanlık sistemiyle alakası yokmuş. Efendim bu “Türk tipi” imiş ve başta Amerika olmak üzere başkanlıkla yönetilen Batılı devletlerin yönetim biçimiyle temelde hiçbir benzerliği yokmuş. O nedenle de bu Türk tipi sisteme onay vermesi mümkün değilmiş.

        İşte tam da bu noktada araya girdim. Ve birkaç gün önce kaleme aldığım yazımı hatırlatıp dedim ki: “Türk tipi parlamenter sisteme karşı çıkmıyorsun da neden Türk tipi başkanlığa karşı çıkıyorsun arkadaşım? Sonuçta her sistem ülke koşullarına göre şekil alır ve esasında bugünkü parlamenter sistem de bu ülkenin kurucuları tarafından ülke koşulları göz önüne alınarak oluşturulmuş bir Türk tipi sistem...”

        Dedim ya, konuşmak mümkün değil. Onun tezine karşı ben böyle bir çıkış yapınca iki dakikada birbirimize gireceğimizi anladım ve kibarca telefonu kapatmayı teklif ettim. Çünkü baktım ki cebelleşmenin faydası yok. Daha önce de çok kez yaşadım bu tür muhabbetleri ve çok arkadaş kaybettim. Bir arkadaş daha kaybetmek istemediğimden kapatmadan önce de kendisine şu ricada bulundum: “Lütfen bundan sonra görüşmelerimizde, en azından şu referandum bitene kadar siyaset falan konuşmayalım!”

        Sağolsun kabul etti, ama biraz kırgın ve mırın kırın ederek telefonu kapattı. Kapattı da aklıma takıldı işte bazı şeyler. Mesela ben onu dinledim sonuna kadar, niye o beni dinlemedi? Ya da sorduğum soruya neden cevap vermedi? Belki medeni bir şekilde konuşabilseydik anlaşabilirdik. Belki o beni ikna ederdi, belki de ben onu. Ama biz konuşmak yerine iletişimi kesmeyi yeğledik karşılıklı. Çünkü konuşulmuyor, konuşulamıyor. Neredeyse hani yeniden arayıp diyecektim ki: “1 dakika tahammül gösteremedin bana!” Ama sonra vazgeçtim. Çünkü o türlü yine kavga edecektik.

        Özetle, acayip bir gerginlik var insanlarda. İki taraf da yumruğunu sıkar vaziyette “hazırol”da bekliyor. Diyeceğim o ki değerli okurlarım; bu gerginliğin dozu düşürülmezse sonuç ne olursa olsun Türkiye’ye kazanç sağlamaz. Sokaklar “Evet” ve “Hayır”cıların çatışma alanına dönerse kaybeden taraf, sadece bir taraf olmaz, herkes olur. Zaten sarmış etrafımızı engerek yılanları. FETÖ’sü, PKK’sı, IŞİD’i, DHKP-C’si bilmem neyi bir olmuşlar, dört bir yandan zehirlerini akıtmaya çalışıyorlar. Bir de biz birbirimize girmeyelim Allah aşkına! Vallahi o taşeronlara da, patronlarına da hiçbir halt olmaz. Olan yine bize olur ve kaybeden yine biz oluruz!

        MELTEM CUMBUL DA BİZİMDİR!

        Şaşırmadım, zira biliyordum Rıdvan Dilmen’e sahip çıktığım dünkü yazımın çok tepki alacağını. Esasında ben o yazıda Rıdvan üzerinden başka bir mesaj, genel bir mesaj vermeye çalıştım. Yani alanında ün yapmış isimlerin siyaseten görüş bildirmesinin yerden yere vurulmasının yanlışlığına dikkat çektim, ama tabii işine gelmediği için bazıları asıl mesajı görmedi.

        Sanki ben sırf “Evet” dediği için Rıdvan’a yapılan itibarsızlaştırma ve yok etme kampanyasına karşı çıkıyormuşum gibi habire Meltem Cumbul’un “Hayır” manifestosunu önüme koydular sosyal medyada. 11 maddede neden hayır dediğini açıklamış Cumbul. Fazla duygusal ve ajite edici buldum ama olsun. Olabilir. Onun da bakış açısı bu. Yargılamak kimsenin haddine değil, yaftalamak hiç değil.

        Rıdvan, Arda Turan “Evet” desin, Meltem Cumbul “Hayır” desin. Demokrasinin güzelliği de bu değil mi zaten? Herkesin özgürce fikrini beyan etmesi ve fikrinin peşinden gitmesi kadar doğal ne olabilir değerli okurlarım!

        Diğer Yazılar