Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜNLERDE en çok dilime takılan şarkı, Ajda Pekkan’ın Eurovison Şarkı Yarışması’nda seslendirdiği, “Amaaan petrol, canııım petrol” şarkısı... Tesadüf değil tabii bu şarkıya takılmam. Ben diyeyim Kuzey Irak, siz deyin Irak’ın kuzeyinde yapılan referandum o kadar çok gündemime taşıdı ki petrolü, oradan çıkmaz olduk! Hakikaten bu petrol denilen şey ne menem bir şey, ne fena, ne ulaşılamazmış... Ajda’nın şarkısında dediği gibi, “Öyle gururlusun giremem yanına, girmişsin kimbilir kaç âşığın kanına, dolardan marktan başka laf çıkmaz dilinden, neler neler çekiyorum senin elinden eey petrolll”.

        Şaka bir yana ama son zamanlarda yaşadığımız tüm gerginliklerin sebebi, maalesef petrol denilen bu bela! Hiç düşündünüz mü? Mesela Kuzey Irak’ta, dünyanın en değerlileri arasında sayılan o petrol rezervleri olmasaydı bugün bu atmosfer yaşanır mıydı? Katiyen yaşanmazdı, aksine kimsenin de umurunda olmazdı, Irak’ın kuzeyinde olup biten siyasi oluşumlar. İşin doğrusu bir siyasi oluşum da olmazdı zaten; çünkü bugünkü siyasi oluşuma yol açanların elinde kullanacakları böyle bir koz olmazdı!

        Neyse... Bildiğiniz gibi önceki gün Rusya Devlet Başkanı Putin, Ankara’ya geldi... Kısa ama dünyaya ağır ve derin mesajlar veren bir görüşme yaptı Cumhurbaşkanı Erdoğan’la... Uzaktan da olsa anbean takip ettim bu görüşmeyi. Aldığım kulislere göre çok ama çok verimli geçmiş Putin ile Erdoğan arasındaki görüşme. Konuşulan hemen her konuda tam mutabakat sağlanmış...

        Bunlar Türkiye adına güzel gelişmeler. Ben şahsen Rusya’yla önceden neredeyse savaşma durumuna gelen ilişkilerin onarılmasından ve bu derece iyi konuma evrilmesinden çok memnunum. Çünkü şahsi bir yaklaşım ama ayıptır söylemesi, ABD’den çok Rusya’ya karşı daha fazla bir sempatim var. Zaten biliyorsunuz... Hepi topu 20 saniye işgal etti diye uçaklarının düşürülmesi ve ardından geliştirilen sekter politikalara da katılmamıştım, hatta karşısında durmuştum...

        Sadede geleyim... Putin’in Ankara ziyaretinin başlamasıyla birlikte hem Kuzey Irak’tan, hem de el altından sıkı destekçisi olan ABD’den ilginç haberler yapılmaya başladı. Putin daha Beştepe’de Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşme yapıyorken, Barzani’lerin sahibi olduğu bilinen Rudaw’dan bombalar patlatılmaya başlandı. Arapça, Kürtçe, İngilizce ve Türkçe yayın yapan Rudaw, Rusya’nın en büyük enerji şirketi Gazprom’un bağımsız Kürdistan’a tam destek verdiğini ve bu topraklardaki petrolün verimli bir şekilde kullanılması için mutlaka ortak projelere imza atılacağını duyurudu...

        Ve bu duyuruları öyle bir yaptı ki Rudaw, ardı ardına... Daha onun şokunu atamamıştık ki ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından, “Türkiye’ye gidecek ABD vatandaşlarına seyahat uyarısı” yapıldı. Vatandaşlarını Türkiye’ye, özellikle de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne gitmemeleri konusunda uyaran ABD’nin bu uyarıyı tam da Putin’in Ankara’da olduğu saatlerde yapmış olması tesadüf olamazdı.

        Özetle... Bizim Rusya’yla yakınlaşmamız belli ki başta Amerika olmak üzere onun zımni olarak destek verdiği Kuzey Irak’ı rahatsız ediyor... Diplomasiden çok anlamam ama hissiyatımla göre söylüyorum ve kabul ederlerse Sayın Cumhurbaşkanı’mızdan bir ricada bulunmak istiyorum: “Lütfen, Putin’le daha çok dost olun. Daha sık görüşün ve hatta mümkünse haftada iki üç kez bir araya gelin. Bunu yapın, çünkü belli ki Putin’le bu yakınlığınız birilerinin fena halde canını sıkıyor ve o can sıkıntısıyla da bas bas ‘O petrol bizimdir... Bizim olacak!’ diye bağırıyor!”

        BU ÇOCUKLARA NE İÇİRİYORSUNUZ?

        RAHMETLİ babam tam bir Atatürkçü idi. Atatürk rozetini yakasından hiç çıkarmazdı. Bir tek yüzüğü vardı, ölene değin parmağından çıkarmadığı, onun da üzerinde Atatürk portresi vardı. Hülasa, O’na o kadar büyük bir sevgisi vardı ki, annem mezar taşına Atatürk’ün bir resmini çizdirdi. Bir de çok sevdiği “Çalımıyam” türküsünün sözlerini yazdırdı.

        Onun büyüttüğü oğlum, biricik evladım Deniz de dedesinin yolundan gitti hep ve Atatürk onun için özel oldu... Ama bu özel sevgi, saygı hiçbir zaman putperestlik düzeyine varmadı. O da tıpkı dedesinin ona öğrettiği gibi içinde yaşadı Atatürk sevgisini... Evet bazen sembolik olarak onu anımsatan rozetler, broşlar taktı ama heykellerini okşamadı! Ya da heykelini görünce saygı duruşuna geçmedi.

        Dün yağmurdan ıslanmasın diye Atatürk’ün büstüne şemsiye tutan çocukları görünce bu satırları yazmam gerektiğine inandım. Bu çocuklara o taştan büste şemsiyesi tutturan düşünceyi kim aşıladı bilmiyorum. Anaları mı, babaları mı, öğretmenleri mi? Her neyse ne, ama gerçekten bu aşılama aşırıya kaçmış! Hem de çok fazla!

        O ELMANIN SIRRI NE?

        BİRKAÇ gündür ilginç bir fotoğraf dolaşıyor. Gazetemizin editörlerinden işin uzmanı Nalan Koçak’a bu fotoğrafın analizini yapmasını rica ettim.

        Kırmadı beni sağ olsun ve yaptı. Aynen paylaşıyorum Nalan’ın gözlemini:

        “Kuzey Irak’ta referandumdan hemen sonra çekilmiş bu kare ilk bakışta bir Rönesans tablosunu andırıyor. Barzani fotoğrafı, çoğunluğu Fransız diplomatlardan oluşan grupla Erbil’de bağımsızlık referandumundan hemen sonra çektirdi, çok tartışıldı. ‘Newton’un ve Steve Jobs’un elmasından sonra Barzani’nin elması moda’ diye tiye alanlar bile oldu. Peki ama gerçekten ziyaretçilerin ve en çok da elmanın sırrı ne?

        Türkiye’den yapılan yorumlara göre, o elma Irak’tı, Barzani’yse elmayı bıçakla parçalarına ayıran, yani Irak’ı bölen adam!

        Iraklı Kürtler ise bambaşka bir açıdan baktı olaya... Onlara göre Saddam Hüseyin 1988’de Halepçe’ye düzenlediği saldırıda kullandığı kimyasal bombalarda elma kokusu kullanmıştı! O gün saldırıdan kurtulanlar gökten yağan zehirli gazların kokusunun elmaya benzediğini anlattılar hep! Bu nedenle Halepçe hep ‘elma kokulu katliam’ olarak anıldı.

        Kürtler, Barzani’nin elindeki elmanın Halepçe’ye referans olduğunu iddia etti, ‘Eğer bir devletiniz varsa dostlarınızla elma keser yersiniz, yoksa gökten elma kokulu bombalar yağar’ yorumunu yaptı.”

        İYİ SENARİSTMİŞ VESSELAM...

        DÜNDEN beri yazılıp çizilenlerin üzerine diyecek fazla bir söz yok aslında... Bir dönem ortalığı kasıp kavuran “Behzat Ç.” adlı dizinin senaristi Emrah Serbes’le ilgili tek diyebileceğim şudur: “Adam hakikaten iyi bir senaristmiş... Hem de çok iyi!” Neden böyle diyorum? Çünkü 16 yaşında gencecik bir kızın ve babasının ölümüne sebep olup ardından bu kadar hikâye döşeyebilmek ancak bu kadar iyi senaristlerin yapabileceği bir iştir!

        Diğer Yazılar